Mescidü’l-Harâm’a Uluslararası Bir Proje Gerekir
A+A-
Mescidü’l-Harâm, Kâbe’nin içinde bulunmasından dolayı yeryüzünün en kutsal, en faziletli mekânıdır. Namazla ilgili bir hadisten Mescidü’l-Harâm’ın yeryüzünün en faziletli mekânı olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu hadiste ifade edildiğine göre Mescidü’l-Harâm’da kılınan bir namaz diğer camilerde kılının namazdan yüz bin kat daha faziletlidir. (Hasan-ı Basrî, Fedâilü Mekke, s. 22)
Mescidü’l-Harâm’ın içinde bulunan Kâbe, mecazi manada Cenâb-ı Allah’ın evini temsil etmektedir. Bunun için Kâbe tavaf edilir. Tavaf yapmak, Cenâb-ı Allah’a bağlılığı ifade etmektedir. Resûlullah (s.a.v.) döneminde bir kişi Müslüman olunca onun elini tutup kendisiyle biat ediyordu. Daha sonraki dönemlerde bir kimse ilk olarak halife seçildiğinde insanlar gidip elini tutar ve kendisiyle biat ederdi.
Cenâb-ı Allah aşkın olup dünyada görülmesi mümkün olmadığından O’nun elini tutup kendisiyle biat etme imkânı söz konusu değildir. Bunun yerine O’nun evini temsil eden Kâbe tavaf edilerek Cenâb-ı Allah’a bağlılık ifade edilir. Kâbe’de bulunan Hacerü’l-Esved ise bir hadise göre Cenâb-ı Allah’ın sağ elini temsil etmektedir. Bu nedenle Hacerü’l-Esved istilam edilerek tavafa başlanır. Böylece tavafa başlayıp tavaf yapan bir Müslüman hem mecazi amanda Cenâb-ı Allah’ın elini tutmuş olur hem de O’nun evinin etrafında dolanmış olur. Bu husus, Cenâb-ı Allah’a biat etmek ve O’na bağlılığı ifade etmektedir.
Müslümanlar hac veya umre için yahut tavaf için Mescidü’l-Harâm’a gidip tavaf yaptıklarından ve orada namaz kılıp Kur'ân tilaveti yaptıklarından dolayı Mescidü’l-Harâm’da aralıksız olarak günün 24 saatinde daima ibadet yapılmaktadır. Bu nedenle Kâbe ve Mescidü’l-Harâm dinin merkezi olup tarifi mümkün olmayan bir cazibeye haizdir; dünyanın farklı ülke ve bölgelerinde yaşayan Müslümanları bir mıknatıs gibi kendisine çekmektedir. Bu nedenle Kâbe’ye asla doyum olmaz. Kâbe’ye yakın olan Müslümanın da uzak olan Müslümanın da kalbi hep Kâbe’ye bağlıdır. Cenâb-ı Allah, aşkıyla yanıp tutuşan tüm Müslümanlara Kâbe’yi görmeyi ve tavaf yapmayı nasip eylesin.
Mescidü’l-Harâm’ın içinde bulunduğu Mekke şu an Suudi Arabistan devletinin idaresinde bulunmaktadır. Bu nedenle Suudi Arabistan kendisini Kâbe’nin ve Mescidü’l-Harâm’ın yegâne sahibi olduğunu düşünmekte ve Mescidü’l-Harâm’da istediği şekilde tasarruf yapmaktadır. Oysa Kâbe ve Mescidü’l-Harâm Müslümanların ortak malıdır. Bilindiği gibi Resûlullah (s.a.v.) umre yapmak üzere Hicrî altıncı yılda ashâb-ı kiramdan 1400 (bin dört yüz) kişiyle Mekke’ye gitmek istemişti. Ancak Mekke idaresi o sırada müşriklerin elinde olduğundan Resûlullah (s.a.v.) ile ashâb-ı kiramı Mekke’ye sokmadılar. Bunun üzerine şu âyeti kerime nazil oldu: “Onlar, onun (Mescidü’l-Harâm’ın) sahibi değildir, onun gerçek sahibi ancak muttaki kimselerdir…” (Enfâl, 8/34). Evet, Mekke’nin idaresi fiili olarak müşriklerin elinde olduğu halde Cenâb-ı Allah, müşriklerin Mescidü’l-Harâm’ın sahibi olmadıklarını aksine Mescidü’l-Harâm’ın asıl sahiplerinin Müslümanlar olduğunu ifade etmektedir. Bundan da anlaşılan şu ki Mescidü’l-Harâm Müslümanların ortak malı konumundadır. “Allah’ın dininden, yerli ve yabancı için eşit kıldığımız Mescidü’l-Harâm’dan alı koyanlara gelince…” (Hac, 22/25). âyeti ise Mescidü’l-Harâm’ın Mekke halkı ile Mekke dışında yaşayan Müslümanlar için eşit olduğunu açıkça ifade etmektedir. Kâbe aynı zamanda dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan tüm Müslümanların kıblesidir. Namaz kılan her Müslüman günde beş sefer Kâbe’ye yönelerek namaz kılar.
Mekke’nin idaresi Suudi Arabistan devletinde olduğundan Suudi devleti tek başına hareket etmekte ve istediği şekilde Mescidü’l-Harâm’da tasarruf yapmaktadır. Bu da birtakım sıkıntıları beraberinde getirmektedir. Zira uzun zamandan beri Mescidü’l-Harâm’da inşaat faaliyeti devam etmektedir. Suudi devleti her ne kadar caminin yaptığı kısmını en güzel ve en modern şeklinde yapmış ve bu konuda hiçbir harcamadan kaçınmamış ise de inşaatın uzun süre devam etmesi büyük sıkıntılara sebep olmaktadır. Zira hacılar ve umreciler rahat bir şekilde camiye girip çıkamamaktadırlar.
Bu sene Şubat’ın başında kafile başkanı olarak umreye gitmiştim. Namaza bazen yarım saat bazen de daha az bir süre kalınca görevli polisler Mescidü’l-Harâm’ın dış kapılarını kapatıyor ve kimseyi içeri almıyorlardı. Bu durum bazen içerde hala on binlerce hatta yüz binlerce kişinin namaz kılabileceği ve hatta tavaf yapabileceği kadar boşluk olduğu halde yapılıyordu. Cuma günleri ise namaza hala iki saat veya daha fazla bir süre kala Mescidü’l-Harâm’a giriş çıkışlar kapatılıyordu. Üç Cuma Mekke’deydik, iki Cuma namazını ancak caminin dışında güneşin altında kılabildim. Bir Cuma namazını da başka bir camide kılmıştım. Bu husus tabii olarak umrecilerde ciddi manada sıkıntıya sebebiyet veriyordu. Bunun sebebi Suudi devletinin tek taraflı olarak Mescidü’l-Harâm’da tasarruf yapmasıdır.
Bu sıkıntıların tamamen ortadan kalkması veya asgariye indirilmesi, sadece Suudi devleti tarafından değil, aksine tüm İslâm ülkeleri veya İslâm ülkelerini temsilen birkaç İslâm ülkesinden belli sayıda temsilcilerin katılacağı bir komisyon kurulması, bu komisyon marifetiyle özelde Mescidü’l-Harâm, genelde hac ibadeti için geniş ve kapsamlı bir çalışma yapılması ve bundan böyle hac ve umre ibadetlerinin bu çalışma çerçevesinde icra edilmesiyle ancak mümkün olur. Bu nedenle önde gelen büyük İslâm ülkelerinden Türkiye, İran, Mısır, Pakistan ve Endonezya gibi ülkelerin bu konuya el atması, şura marifetiyle hem Mescidü’l-Harâm için hem de hac ibadeti için büyük ve kapsamlı bir projenin yapılması gerekmektedir.
Bizim bu konuda şöyle bir önerimiz vardır: Bilindiği gibi hac ibadeti için tüm hacıların Arafat meydanında vakfe yapması gerekir. Vakfe yapılmadan hac yapılmaz. Bu nedenle lükse kaçmadan ve fazla izdiham ve sıkıntıya sebebiyet vermeden aynı anda kaç kişi Arafat vakfesi yapabiliyorsa, Mescidü’l-Harâm’ın da o kadar kişinin aynı anda namaz kılabileceği bir şekilde projelendirmesi gerekir. Örneğin azami olarak bir buçuk milyon kişi vakfe yapabiliyorsa, Mescidü’l-Harâm da aynı anda bir buçuk milyon insanın namaz kılabileceği şekilde genişletilmelidir.
Mescidü’l-Harâm genişletilirken tamamı bina şeklinde değil, dışından ve etrafından yararlanmak gerekir. Bunun için Mescidü’l-Harâm’a yakın binaların kaldırılması, caminin dışında belli bir mesafenin namaz için ayrılması ve Medine’deki Mescid-i Nebevi’de uygulanan şemsiye sistemi veya hava limanlarında uygulanan profil sistemi veya benzer bir şekilde caminin dışı dizayn edilerek daha fazla insanın namaz kılmasına imkân sağlanmalıdır. Caminin tamamı bina şeklinde yapılırsa giriş çıkışlarda ciddi manada sıkıntılar meydana gelir.
Caminin çevresi genişletilirken, camiye en azından üç taraftan ulaşım sağlanmalı ve her tarafta giriş çıkış için birçok kapının bulunması gerekir. Umreye gittiğimizde sadece camiye iki taraftan ulaşım sağlanıyordu ve bu da çok ciddi sıkıntılara sebebiyet veriyordu.
Tavaf konusuna gelince konuyla ilgili istatistiki bilgiye sahip değilim, ancak kabaca yaptığım hesaba göre şu an aynı anda en azından yüz bin insanın tavaf yapabileceğini söyleyebiliriz. Bu da yeterlidir. Dolayısıyla bina ilave etmek suretiyle Mescidü’l-Harâm’ı genişletmek yerine dışarısında namaz kılmak için yer açmak daha doğru ve daha isabetli olduğu söylenebilir.
Burada netice itibariyle şunu söylemekte yarar vardır: Yönetimin daha sistemli ve daha düzenli çalışması, hacı ve umrecilerin daha bilinçli olması hem tavaf hem de diğer ibadetlerde kolaylık sağlamaktadır.
Bu yazı toplam 234 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT