1. YAZARLAR

  2. Prof. Dr. Zeki TAN

  3. Geride Kalan Tebriz Gözlemlerim (2)
Prof. Dr. Zeki TAN

Prof. Dr. Zeki TAN

ÖĞRETİM ÜYESİ
Yazarın Tüm Yazıları >

Geride Kalan Tebriz Gözlemlerim (2)

A+A-

Güven ortamında keyifle gezdiğimiz yerlerde savaş ve ölüm var. Tarih, sinema, şiir, kültür ve savaşın bir arada olduğu coğrafya İrân isteği dışında başlatılan savaşın çıkmazında. Tebriz’in her caddesinde geçmişten bugüne şehit resimleriyle karşılaşıyorsunuz. Ölme ve öldürme devlet politikası haline gelmiş anlaşılan. Sürekli cihât, mücâhit, şehit, şehadet ve savaşın görseller eşliğinde konuşulduğu ortamda yeni nesil gençler hangi duyguyla yetişir?  Analizleri siyaset bilimcilere havale edip yaşanabilir tarihî şehir Tebriz’den zâlim İsrail tarafından güvensiz ve yaşanmaz hale getirilmeye çalışılan 9-11 Mayıs 2025 tarihlerindeki gezi programına geçelim. Bugünüyle değil tarihini de gözlemlemeye çalıştığım geziden edindiğim gözlem-fikir benim için unutulmazdı. Müslüman coğrafyanın bir parçası bütününden haber verir.

İlahiyat Fakültesi son sınıflarının “Dini Danışmanlık ve Rehberlik” dersine bir dönem girmiştim. Dersin son konusu “Aile Danışmanlığı”ydı. Evlilik konusunda istekli ve heyecanlı gördüğüm sadece duygu yüklü öğrencilere kâğıt dağıtarak evlenmek istedikleri kişide aradıkları “öncelikli tercihlerini” sormuştum. Öğrencilerden benim de şaşırdığım sonuç çıkmıştı. Bir iki öğrenci “Muziplik” olsun diye “Hocam! Taştan yumuşak olsun” yeter demişlerdi. Diğer öğrencilerin % 98’si “evleneceğim kişide güven arıyorum”, güvenebileceğim bir kişiyle evlenmek istiyorum” demişlerdi. Daha sonra aynı tarihlerde TÜİK’in Türkiye genelinde yaptığı ankette de evliliklerde aranan önceliğin “güven” olduğunu gördüğümde ülkenin her tarafından gelen öğrencilerin tercihi ile ülkenin tercihi aynı karede birleşiyordu. Bu tercih önemliydi. Çünkü Hz. Peygamber’in Allah tarafından övülen tek özelliği ahlakıydı. Ali Bardakoğlu Hoca’nın Hz. Peygamber’in hayatında da  “Hiç ikinci bir meşruiyet ölçüsü olmadı” dediği husus güvenilirliğiydi. Hayatı boyunca dost düşman herkes ona güvendi. Sadece evlilik değil; ticaret, komşuluk, arkadaşlık uluslararası ilişkiler, borçlanma hep güven zemininde sağlıklı olur.

Bunu şunun için anlattım. Çok sevdiğim eli kalem tutan, mahallesinin sınırlarını aşıp evrensel ölçekte düşünen, düşüncelerini yazıya aktaran bir dostum yazımı okuduğunda “Hocam siz biyolojik olarak Tebriz’desiniz fakat Mevlana’nın pergel metaforu gibi Müslüman ülkelerini geziyorsunuz” dedi haklı olarak. Dünyanın herhangi bir Müslüman Ülkesini gezerken gördüğünüz iç çatışmalar, hukuksuzluklar, şeffaf olmayan yönetimler, adaletin dip yapması, güvensizlik, fakirlik, geri kalmışlık, kuralsızlıklar, insana rağmen sistemler, diğer ülkelerde neden bu kadar benzerlik gösterir? Sorusunu düşünmek gerekir. Benim kanaatim; sahip oldukları dini metinlerin aynı olması fakat bu dini metinleri yorumlarken sürekli geçmişte yaşamaları, geçmişin yollarında yürümeleri, bugüne bir türlü gelememeleridir. Halbuki yüzyıllardır yerinden hareket etmeyen statüko kayaları hareket ediyor. Anakronizm yaşıyor Müslüman ülkeler. Bir zamanlar “Âdil, güvenli ve kahramanmışız” sloganlarına sığınarak “eyyamcılık” yapıyorlar. İki milyar “kalabalığa” sahip parçalı, yamalı Müslüman nüfusun Gazze’ye su bile götürememe utancını yaşıyoruz. Bundan dolayı ülke gezmenin problemleri yakından görmenin faydası inkâr edilemez. Bazı gerçeklerin üstüne serilen örtüleri de yerinde görmek şansını ancak gezerek elde ediyorsunuz. Çünkü hiçbir ülkenin dışardan duyumla içerden görünümü aynı değildir. Gerçekle yüzleşmede belge ile bilgi arasında fark vardır.

Ortaokul yıllarında birçok öğrencinin katıldığı münazara yarışmalarından birisinin konusu “Çok okuyan mı bilir, yoksa çok gezen” miydi? Okumanın yeri farklı olmakla beraber gezmek insanın bütün duygularına hitap eder. Bir ülkenin mutfak kültürünü gezerek tatmak mümkündür. Mesela; Müslümanların Hac ibadetine davetlerinin farklı kazanımları olmakla birlikte insanın okuyarak öğrenemeyeceği mekânları gezerek unutulmaz hale gelir.

İnsan İçinden Geçeni İçinden Mırıldanmamalı

Devlet Başkanıyken istifa edip Allah’ın huzuruna Cumhurbaşkanı olarak değil Abdullah olarak gitmek istiyorum diyen Aliya İzzet Begoviç “Elimden gelse Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı’nın aksine, Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur” derken Müslümanların öncelikli ihtiyacına dikkat çeker. İnsanlar içinden değil düşündüğü gibi konuşsun. İnsanlar düşündüğünü konuşmuyorsa dışarda da olsa hapistedir. Fikirlerini beyninde depolamış gizlemiş. Kimseyi haberdar etmek istemiyor. Hâlbuki içinden geçeni hakaret ve şiddet içermiyorsa olduğu gibi konuşmayanların gelişmesi, gelişmeyen bireylerin de toplumu geliştirmeleri ve dönüştürmeleri mümkün değildir.

İran halen 1979 devriminin kazanımlarını kaybetmenin korkusunu hep taşıyor. Bireyi merkeze alan bir sistemi inşa etmek gerekir. Kazanımlar elbette önemlidir. Fakat insan kazanmak üzerine inşa edilmeyen hiçbir kazanım süreklilik ifade etmez. Zihinsel devrimin yaşatılmadığı ülkelerde bol slogan ve sürekli tarihi gizemlere atıfta bulunarak devrimi ruhuyla yaşatmak zordur. Rusya yetmiş yıla yakın okullarında ateizm derslerini okuttu. Fakat insanların dinle olan bağlarını duygusal olarak bitiremedi. Komünizm “raf ömrünü” bitirip miadını doldurunca duygusal da olsa insanlar yeniden fıtratlarındaki dine yöneldiler. Bunun aksi geçerlidir. İnsanları devlet desteği ve gücüyle dindar yapmak olanaksızdır. İnsanlara rehberlik yapıp tercihinde özgür bırakmak gerekir. Din konusunda insanlara baskı ve dayatma yapmak nefret ve tiksinmeye dönüşebilir. Tarih şahittir ki; Rusya’nın projesi tutmadı. Bize kalan tecrübe; İnsanlar alttan ve üstten gelen baskılarla değil içlerinden yakılacak ışıkla mutlu olabilir. Akla kapı açıp özgürlüğe ipotek konulmamalı. Zamanın ruhunu kulak ardı etmek ülkenin yüksek meblağ ödeyerek yetiştirdiği sosyal sermayesi olan gençleri başkalarına kaptırır. Çünkü gittikleri ülkelerde yüksek seviyede düşünce egzersizlerinin önüne dinî, resmi, askeri veyahut sivil bariyer konulmuyor. Aslında Müslümanların hayat kitabı Kur’ân düşüncenin önündeki bütün engelleri kaldırarak kendilerini yaratan Allah’a inanma veyahut inanmama tercihini bile veriyordu. Kendilerini “Allah’ın Acentası” gibi görenlere Kur’ân’ın “Onlara inanç dayatan bir zorba değilsin!” (Ğâşiye, 88/22) emrini hatırlatmak gerekir.

Varlık İçinde Yokluk

Bilim Tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin tarihte Müslümanların tıp, kimya, matematik, astronomi, fizik ve mimaride inşa ettikleri medeniyetin üstünlüğünü Müslümanlara anlatmakta zorlanıyorum. Fakat şunu unutmamak gerekir; medeniyet insanlığın yürüyüşü ile başlar kıyamete kadar devam eder. Bugün Batı Dünyasının başarı hanesine yazılan teknolojik gelişme ve medeniyette tarihi yürüyüşün payını unutmamak gerekir. Eğer Orta Doğu’da yazının icadından matematiğe kadar olan gelişmeler olmasaydı Batı bu başarıları yakalayamazdı. Bundan dolayı hiçbir toplumun sahip olduğu başarıları tek başına elde etmesi mümkün değildir. İnsanlık yürüyüşünde her toplum gayret ve çabası ölçüsünde bu kervana katkı sağlar. Bir ülkede olan nimet başka ülkede var. Artık “Biz bize yeteriz” sloganını bırakmak gerekir. Bu dünyada herkes herkese muhtaçtır. Çünkü her toplumda farklı teknolojik nimet var. İnsanlık yürüyüşü sadece Müslüman veyahut başka inançların ürettiği değerlerle bugüne gelmedi. Ülkenizi dünyadan yalıtıp kapalı topluma dönüştürürseniz iç problemleri bile çözmekte zorlanırsınız. Mesela; Tahran'da konuşan İran Sağlık Bakanı Muhammed Rıza Zaferkendi, ülkesinde son yıllarda kronikleşen hava kirliliği krizine ilişkin şöyle dedi; "Hava kirliliği nedeniyle ülkede her yıl yaklaşık 50 bin çocuk hayatını kaybediyor."  Dostlarınızın çok düşmanlarınızın az hatta hiç olmadığı bir dünya inşa ettiğinizde sıkıntılarda yalnız kalmazsınız.

Tebriz’e gittiğimiz günlerde Türkiye’de benzinin litre fiyatı 48 TL’ydi. Aynı gün İrân’da 1,5 TL’ydi. Türkiye’ye dönüp anlattığımda bazı arkadaşlara inandırıcı bile gelmedi.  Türkiye sınırının 35 Km ötesindeki bir ülkeden söz ediyoruz. Fakat bu nimet İrân’da imkâna dönüşmüyor. Çünkü “Biz bize yeteriz. Düşmanlarımız çok retoriği tekrarlana tekrarlana anlamını yitirdi. Kendisini Müslüman coğrafyada yalnızlığa mahkûm etti. Günümüz dünyasında anlamı olmayan “değerli yalnızlık” sendromunudan uzak durmak gerekir.

Dünyanın en güzel kapalı çarşılarından birisi olan Tebriz kapalı çarşısında alışveriş yaparken paramızın değer kaybı beni üzmüştü. Bir esnaftan alışveriş yaptıktan sonra “yanımda İrân parası Tümen yok Türk Lirası verelim” dediğimde “Kusura bakmayın alamam sürekli değer kaybına uğruyor.” Dedi. “Amerikan Doları bozar mısınız?” dediğimde ise, dolar alırım dedi esnaf. “Yüz dolar bozar mısınız?” Diye tekrar sorduğumda “o kadar çok param yok” demişti. Türk Lirası karşılığında (400) dört yüz TL’lik bir kıyafeti on dolara almıştım. Tebriz çarşısındaki ipek halı ve tabloların seyrine doyum olmuyor. Tebriz’in tarihi çarşısını dolaşırken kendinizi Anadolu’nun herhangi bir şehrindeki çarşısında hissediyorsunuz. İnsanlar bu kadar birbirine yakınken yöneticilerin yönettikleri ülkeleri birbirine düşman etmeleri anlaşılır gibi değildir. İran’da Arap, Fârisî, Türk, Kürt, Ermeni, Belûcî, Afganlar birlikte yaşar. Fakat “Fârisî asıllı”lar mezhep, kültür ve dillerinde daha baskındırlar. Bu demografik yapı Orta Doğu’daki Müslüman ülkelerde aynıdır. İktidara gelen mutlu azınlık “kendisi için istediğini kardeşine” istemiyor.

Mutluymuş! Gibi Davranma

Müslüman ülkelerin “Müslüman” yöneticileri düşmansız yaşayamaz hale geldi. Düşman bulamadıkları zaman üretme merkezlerine başvurup düşman üretiyorlar. Çünkü sahip oldukları koltuklarını sanal düşmanlarına borçlular. Sanırım dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar iç düşmanın olduğu ülke yoktur. Tarihten bize intikal eden “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” mottosu anlamlıdır. Aynı ifadeleri din için de kullanmak mümkündür. İnsanı yaşat ki din yaşasın. İnsana rağmen bir din yaşamaz. İnsan din için değildir. İnsan dine feda edilmez. Kur’ân, din, Peygamber insan içindir. İnsan olduğu için bunlara ihtiyaç duyuldu. İnsanı üzerek, ezerek, rencide ederek dini ve dini hayatı sürdürmek mümkün değildir. İnsanların yüzünde tedirginlik, kaos, boş bakışlar varsa mutlu değiller. Peki, insan “kendi keyfine mi bırakılacak?” Sorusuna elbette hayır. İnsana sadece ve sadece rehberlik yapılmalıdır. “Akla kapı açılmalı irade ve özgürlüğe ipotek konulmamalıdır.”  Bu bağlamda Vahyin insanlığa getirdiği temel ilke şudur;  “Gerçek, Rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin…” (Kehf, 18/29)

Şah Gölü Parkında Ruhu Yaralı Ayda

Londra’ya gidenler Hyde Parktan söz ederler. Hakaret ve şiddet içermediği müddetçe aklına geleni süzgeçten geçirmeden konuştukları parkmış. Müslüman coğrafyanın beyin hapishanesinden kurtulması için Hyde Parklara ihtiyacı var. Tebriz’de Şah Gölü olarak isimlendirilen fakat daha çok büyük havuz olan parka gittiğimizde hemen yanımıza Ayda isimli genç kız geldi. Başındaki şalı boynuna inmesine rağmen başındaki şalla ilgilenmediği her halinden belliydi. Hayat hakikatle temas halinde değildi Ayda’nın hayatında.  Ruhu yaralıydı. Genç Ayda bu dünyada yaşamasına rağmen (bizim olmasa da, olmak zorunda değil) yaşayamıyordu. Beden dilinden anladığım kadarıyla; konuşmak istemesine rağmen konuşmamayı tercih etti. Keşke beyninde kendisini rahatsız eden cümleleri konuşabilseydi. Hâlbuki konuşamama hali gençler için tehlikelidir.  İçin için enerji birikir, biriken enerjiyi dışa vuramadığında serseri kurşuna döner. Bu psikolojik durum bütün insanlar için geçerlidir. Duyguları tercüme etmek zordur. İnsanlar konuşamadığı zaman topluma zararlı hale gelir. Ve insan içinden gelmediği davranışı sistem baskısıyla yaparsa ne dini ne de ahlaki açıdan anlamı yoktur. Ayda Türkiye’ye gelmediğini gelmek istediğini söyledi eşimle fotoğrafımızı çekerek yanımızdan ayrıldı. Biz de Şah Gölü hatırasını kayda geçirdik.

Devrim Kendi Evlatlarını da Yedi; Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri

Yukarıda geçtiği üzere Aliya İzzet Begoviç’in dediği gibi Müslüman ülkelerdeki problemleri çözecek “yapıcı eleştirilere” şiddetle ihtiyacı vardır. Begoviç bunun yolunun eğitimden geçtiğini söyler. Özellikle yöneticiler kendilerini hatasız kabul ederek eleştiriye karşı çıkarlar. Hâlbuki inanç kitabımız Kur’ân eleştiri kitabıdır. Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve Müşrikleri yok saymaz onların yanlış ve tutarsızlıklarını eleştirir. İlk dönem Müslümanları da eleştirerek rehberlik yapar. Sahih bilgiyle buluşturur. Hz. Âdem, Hz. Yunus, Hz. Eyyûb, Hz. Musa, Hz. Peygamber ilahî ikaz ve eleştirilerden nasibini alanlardır. Hz. Peygamber sonrası politik figürler yönettikleri insanlar tarafından âdil ve şeffaf olmaya çağrılarak eleştirilmişlerdir. Emevi ve Abbasi Devlet yöneticileri Bizanstan tevarüs ettikleri kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgeleri” anlayışı yüzünden bugün bile acıları üzerinden tepinilen hatalar yapmışlardır. Yezid’i ve Babası Muaviye b. Ebi Süfyan’ı eleştiren olsaydı bugün farklı tarih okumamız olabilirdi.

İrân devriminin sembolleri “Bağımsızlık, Azâdi/özgürlük ve Cumhurî İslâmî’ydi.” Devrimden sonra bütün inanç, etnisite, fikir ve topluluklara ait olması kararlaştırılan “Azâdî” şiârı belli bir kesimin dışında kimsenin dünyasına misafir bile olmadı. Bu da Batı’ya beyin göçünün dozunu kaçırdı.

Katı ve mecburi beraberlik memnuniyetsizlik üretir. Yönetim güç verebilir. Hatta daha da otoriter yapar, yapabilir. Sistem varlığını ve gücünü muhalifini yok ederek değil tahammülle kabullenerek göstermelidir. Muhalif insanlar mutlu değilse eleştiri yapmanın zamanı gelmiştir. Yoksa büyük emekle inşa edilen yönetim kendi kendini bitirir. Yazıyı, yönetimi daha sağlıklı kılmak için eksik ve yanlışlarını eleştiren İmam Humeyni'nin çağrısı üzerine Şah Rıza Pehlevi'nin Beyaz Devrimi'ne karşı gelerek sonrasında İran Devrimi'nin öncü isimlerinden olan Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri’nin ders halkasından geçtiği kendisine "Özüm onda saklıdır"  dediği hocası Ayetullah Humeyni’ye yazdığı eleştirel mektupla bitirelim. Mektup şöyledir: “Hiç biliyor musun ki İslam cumhuriyeti hapishanelerinde İslam adına işlenen cinayetlerin benzeri eski rejimde görülmemiş? Hiç biliyor musun ki insanlar Devrim Muhafızları tarafından soyulup tacize uğradıklarından artık kendilerini emniyette hissetmiyorlar? Hiç biliyor musun ki Devrim Muhafızları tarafından soyulan veya tacize uğrayanlar şikâyet ettiklerinde yargı veya polis üst makamların korkusundan susuyor ve hiçbir şey yapmıyorlar? Hiç biliyor musun ki hapishanelerde cinayetler işleniyor işkenceler uygulanıyor ve yargı sistemi buna göz yumuyor?" Bu mektubunun ardından Muntazeri Devrim muhafızları tarafından evinde hapsedilmiş ve bir daha özgürce dışarı çıkmasına izin verilmemiş 87 yaşında hayata gözünü yummuştur. Allah rahmet eylesin.

Dünyanın eşsiz coğrafyasında konumlanan zengin kültür ve kaliteli yeraltı kaynaklarıyla donatılmış bir ülkenin insanları daha fazla mutlu olmayı hak ediyor.

Eşimle beraber dışarda yaşayan insanları çekerek cazibe merkezi olabilecek bir ülkeyi geride bırakarak dönüyoruz. İrân filmi Kirazın Tadı’ında geçtiği üzere “Emin değilim, yol ayrımında duruyorum. Bildiğim tek yol dönüş yolu.” 

Bu yazı toplam 1000 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
1 Yorum