1. YAZARLAR

  2. Prof. Dr. Zeki TAN

  3. İrân Tebriz Gözlemlerim
Prof. Dr. Zeki TAN

Prof. Dr. Zeki TAN

ÖĞRETİM ÜYESİ
Yazarın Tüm Yazıları >

İrân Tebriz Gözlemlerim

A+A-

Gençlik yıllarımda özellikle 1979 İran devrimi İran’lıların İnkılab-ı İslamî dedikleri dönemden sonra acaba İran’daki bu değişim başka ülkeleri etkiler mi diye korku pompalayan çok komplocu olurdu. Hâlbuki her ülkenin siyasi, kültürel, dini ve mezhebi yorumu farklıdır. Liseyi Rize İnşaat Teknik Lisesinde okurken, Hakkâri’nin İran’la sınır komşusu olması hasebiyle Caferi Mezhebine mensup insanların olup olmadığı sorulmuştu. Doğrusu o zaman fazla anlam verememiştim. Daha sonra İran’ın komşu illerdeki mezhebî etkisinin olup olmadığının sorulduğunu anladım. Her ülkenin Müslüman da olsa dini yorumu farklıdır. Çünkü dini yorumlarda âlimlerin eğitim tarzı, kültürel yapısı, yetiştiği ortamlar etkileyicidir. Mesela; Fransa’da uzun süre eğitim gören Ali Şeriati ile İran’da eğitim gören Şii âlimlerin dinî metin yorumları farklıdır. Sosyolojik zaviyeden yorumladığı âyetler Sünniler tarafından da ilgiyle takip edilmektedir. Aynı durum Mısır ve Türkiye için de geçerlidir. Bu durumu daha yakından görmek ve gözlemlemek için 9-11 Mayıs 2025 Tarihlerinde üç günlüğüne Iğdır’daki gezi turu düzenleyen acente ile İran’ın Tebriz şehrine eşimle beraber gittik. Tarihe yolculuk yaparak Safevilere ev sahipliği yapmış, her mahallesinde tarihi hatırası olan Tebriz’e varmak tıpkı çok sevdiğim ve hüznü, kederi, acıyı iliklerime kadar hissettiğim altı yaşında yatılı olarak ilkokula başladığım Hakkâri’ye varmak gibi keyifli geldi. Annemle ilk defa ayrı düşüyordum. Fakat benim dünyamda “hüzünlü şehir” Hakkâri’ye her gittiğimde rasyonel olarak imkânsız fakat duygusal bir hisle acaba birgün geri gelir mi diye yolunu gözlediğim Aziz Abimle Hacı Sait Camisinden çıkarken Şenler Yokuşunu bugün çıkmak istemiyorum. Aziz Abime 2010 yılının Ramazan sabahında imamı olduğu Hacı Sait Camisine giderken “azgın Kürt Milliyetçileri” tarafından kafasına sekiz kurşun sıkıldı. Van Devlet Hastanesindeki otopsi raporunun tanığı olarak şu sözleri kendi psikolojime uyarlarsam “Bayram (Barış) gelmiş neyime anam anam garibem, Kan damlar yüreğime anam anam garibem, Yaralarım sızlıyor anam anam garibem, Gülmek benim neyime anam anam garibem” diyorum. Çok sevdiğim sulh/barış kavramını bazen rasyonel bağlamda kabullensem de duygularım isyan ediyor. Tıpkı Hz. Peygamber’in çok sevdiği amcası Hz. Hamza’yı Uhud savaşında şehit eden Vahşi’yi affedip “Bana görünmesen iyi olur” demesi gibi. Veyahut Tebriz’lilerin Kerbela’yı unutamadıkları gibidir. Herkesin farklı boyutlarda Kerbelası var; unutmak ve unutturmak mümkün değildir. Fakat yaşadığımız hayata gerçeklik kazandırmak zorundayız.

Her tarafı tarih kokan Tebriz daha önce gezgin ve internetten edindiğim bilgi dışında bildiğim şehir değildi. Fakat Tebriz’de yaşayanlarla aynı ortak insanî değerlere sahipseniz, gidemediğim fakat ülkelerinden bir lokma ekmek uğruna zorla koparılıp gidenlerin anlatımıyla Paris’e Londra’ya giderken yaşadıkları hüznü hissetmiyorsunuz. Tebriz müzeleriyle demir çağına kadar uzanan geçmişe sahip tarih kokan emsali olmayan şehir. Tebriz sadece tarihî değil, tarihi yaşatan bir şehir. Bugün yeryüzünde bazı şehirler değil ülkeler var. Sonradan yapay olarak kurulmuş, bugün bu ülkeler olmasalar bile insanlık bir şey kaybetmez. Fakat Tebriz gibi bazı şehirler yok olursa sahip olduğu tarihî dokusuyla insanlık tarihinde bazı sahifeler boş kalır. Bunun için tarihi duruşuyla Tebriz korunmalı, çünkü insanı geçmişle buluşturan benzersiz bir şehirdir.

Dünya kültür mirasının eşsiz parçası olan Tebriz’in dünyaya daha fazla açılması gerekir. Bu da ancak uluslararası pazarlamayla olur. Ki bu da İran’ın “açık toplum” haline gelmesiyle mümkündür. Müslüman toplumların “biz bize yeteriz” retoriğinden vazgeçmesi gerekir. Bu dünyada inansın inanmasın herkesin herkese ihtiyacı var. Allah’ın bir ülkede yarattığı nimeti başka ülkede yaratmaması insanlar birbirleriyle tanışsın ve kaynaşsın diyedir. Böylece herkes herkesten haberdar oluyor. Ülkenizdeki (varsa) güzellikler başka ülkelere ancak açık toplum sayesinde taşınır. Mesela Müslüman ülkeler arasında 281 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık beşinci ülkesi olan Endonezya gezgin ve tüccarlarla Güneydoğu Asya halkları arasında gelişen bazı temaslarla Müslüman olmuşlardır. Arap, İran ve Hint asıllı tüccarlar vasıtasıyla Endonezya adalarına giren İslâmiyet, tek kurşun sıkılmadan tamamen barışçı yolla ve asırlar süren yavaş bir gelişmeyle yayıldı. İslâmiyet, XIII. yüzyıldan itibaren ticaret, evlilik ve tarikatlar vasıtasıyla Endonezya halkı arasında hızla gelişmeye başladı.

İlahiyatta İslam Tarihi Dersleri

İlahiyat Fakültesinde okurken İslam Tarihi dersine gelen hocamız Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma dersi yaşayarak anlatırdı. Ne demek dersi yaşayarak anlatmak; Saatlerce ders anlatsa dersin bitmesini istemezdiniz. Çünkü kendi ifadesiyle “dünyada gezip görmediğim ülke yok. Türkiye’de sadece Tunceli ve Hakkâri’ye gitmediğini” söylemişti. Muhtemelen İhsan Süreyya Hocamız şimdilerde bu illere de gitmiş.

Prof. İhsan Süreyya Hoca Müslümanların ilk defa Arap Müslümanların Sasani/İran ile karşılaşmalarını anlatırken İran’lıların Arapları küçümsediklerini anlatmıştı. Hatta dönemin komutanı Müslüman elçiye ”Baldırı çıplak bedeviler! Taharet almayı bile becermiyordunuz. Ne oldu da buralara kadar geldiniz.” Elçi “Dedikleriniz doğrudur. Fakat biz Kur’ân’la izzet sahibi olduk. Müslüman olduktan sonra insani değerleri öğrendik” demiş. İran bugün kendisini Sasani İmparatorluğundan koparmaz. Geleneğinin köklerini geriye doğru uzatarak tanıtır. Tıpkı bizim Osmanlı ile olan bağımız gibi.

Tebriz’de Sabah Faslı

Şehirlerin yolları, köprüleri, caddeleri, mahalleleri, sokaklar, park ve bahçeleri mesire alanları önemlidir. Analoji yapacak olursak; bunlar şehirlerin ruhunu değil bedenini ifade eder. Bir de şehirlerin ruhu vardır; sinema, sanat, resim, şiir, edebiyat, kültür şehre ruh ve mana verir. Böyle bir şehirde yaşamak Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” deki romana verilen isim gibi olur. 

Orta Doğu’daki Müslümanların inşa ettiği şehirlere bakıldığında dün de bugün de bütün farklı din, dil, ırk, mezhep ve kültürler iç içe, omuz omuza beraber yaşamışlardır. Fakat ne yazık ki ülkelerdeki hâkim din, dil, ırk ve mezhep kendisi dışındakilere sahip olduğu imkânı vermiyor. Her ülkenin vatandaşı kendisini yaşadığı toplumun eşit parçası olarak hissetmelidir. Bu duygu tatmin edilmeyince mutluluğu dışarda arar hale gelir.

Hâkim yöneticiler bazen sahip olduğu fikirlerden dolayı bazen de politik sebeplerden dolayı belli bir ırk, mezhep veyahut farklı fikirlerini topluma dayatarak kendi eliyle bindiği dalı kesiyor. Bu coğrafyada yaşayan hiçbir dinî veya mezhebî topluluk diğerinin mücadele edilmesi gereken hasmı değil destekçisi olması gereken kardeşidir. Fakat ne yazık ki yönetimsel beceriksizlikler aynı toplumda yaşayan insanları politik menfaatten dolayı ayrıştırmaktan vazgeçmiyorlar. Hatta mottoda geçtiği üzere yanlışları söyleyenlere fırsat verilmiyor. Sıkı ses disiplini korunuyor. Sadece resmi fikirlerin dile getirildiği ülkeler “İnsanların korkmadan ağzını açtığı tek yer dişçi koltuğu” haline getiriliyor.  Aliya’nın “iktidar tebaayı, tebaa da iktidarı sever” itirazı gibi “Biz düşünemeyiz; büyüklerimizin dediklerini sorgulayamayız. Onlar böyle karar verdilerse vardır bir bildikleri. Bize düşen mukallit olarak bize denileni yapmamızdır” diyerek insanlar susturuluyor. Hâlbuki insanı susturmak toplumu susturmakla eşdeğerdir. Siz konuşup başkası susarsa sadece sizin dediğiniz doğrudur. Fakat siz konuştuktan sonra sizin görmediğiniz, bilmediğiniz, müttali olmadığınız hususları görenler de konuşursa farklı fikirler çarpışarak hakikat tecelli eder. Konuşmayan toplum problemlerini çözmek için silaha sarılır. Mesela; Dünya nüfusunun % 5’ine tekabül eden Arap Dünyası dünya silahlarının % 50’sine niye sahipler? Çünkü insanları konuşturmamak için silaha yatırım yapıyorlar. Susarak ve överek Firavun üretilir. Firavunlar da varlıklarını susanlara ve övenlere borçludurlar. Böylece Firavun “la yüs’el” hesap sorulamaz bir konum elde eder. Hiçbir insana bu konum verilmemelidir. Tarihteki Müslümanlar kendileri gibi düşünmeyenlerle birlikte yaşamış, birlikte yaşadıklarına ahlaki alternatif sunarak farklı medeniyet inşa ettiler. Yoksa kendilerini, Allah’ın yeryüzündeki insanları hizaya sokma memuru olarak gördüklerinde de sahneyi başkalarına teslim etmişlerdir. Yıktıkları devletler kurduklarından fazladır.

Otobüsün Arka Koltukları

Otobüs bileti alıp seyahat edenler genellikle otobüsün arka koltuklarını motorun sesinden veyahut yoğun hareketlerden dolayı tercih etmezler. Müslüman Ülkeler otobüsün arka koltuklarına benziyor. Kimse oturmak istemiyor. Gençler geçmişi yaşamaya mahkûm eden edebiyat söylemlerini dinlemek bile istemiyor. Kâinatın bile güncellendiği bir dünyada “eski halin muhal” olduğunu camide hutbe okunurken yanımdaki gencin tarihi anlatım ve hikâyeleri dinlemeyip telefonuyla oynaması sessiz protestosundan gözlemledim. Ânı yaşayacak bilgi ve teknoloji üretemeyen Müslümanlar olarak geçmişte takılıp kalmışız. Bundan dolayı Orta Doğu’daki Müslüman ülkelerin gençleri yaşadıkları ülkeleri terk etmek için fırsat kolluyor. Çünkü ülkeler adalet, hukukun üstünlüğü, fikir özgürlüğü, şeffaflık, ehliyet ve liyakattan mahrumlar. Dünyanın en fazla yeraltı kaynaklarına sahip İran’ın gençleri tıpkı diğer Orta doğu ülkeleri gibi umudu ve ümidi ne yazık ki dışarda arıyor.

Performans Yerine Referans Gösterme

Müslüman toplumların zaaflarından birisi de vahyin “aklınızı kullanın” problemlerinizi çözün emrini kulak ardı ederek sürekli tarihte yaşanmışlıkları sahneye taşımalarıdır. Bu da suyun üstündeki çer-çöp gibi sağa sola sürükleyip götürüyor Müslümanları. Sosyal sermayesi tükenmiş Müslüman ülkelerin yarıştığı Batı karşısında boy ölçüşemez hale getiriyor Müslüman Coğrafyayı. Bu bağlamda İran bir türlü geçmişten sıyrılıp anakronizmden kurtulamıyor. Ders alması gereken tarihiyle yetinen, tarihi bugüne taşımaktan vazgeçmeyen bir toplum. Hâlbuki ilahî vahiy “Şimdi o toplumlar gelip geçtiler; onların kazandıkları onlara yazılacak, sizin kazandıklarınız ise size. Ve siz onların yaptıklarından ötürü yargılanacak değilsiniz.” (Bakara, 2/141) derken bugünü hesaba katarak çalışılması gerektiğini anlatır. Yukarıda geçtiği üzere tarihte nice kahramanlıklar veyahut mağduriyetler yaşadık diyerek Kerbela’yı bugüne taşımak anlamlı değildir. Elbette Kerbela unutulmamalı ibret alınmalı.  Fakat bugün Kerbela’da bulunmayanları suçluyarak aradaki köprüleri yıkmak manevi kırılmalara sebep olur. Humeyni’nin dediği gibi, “Biz namazda ellerimizi nasıl bağlamamız gerektiğini tartışırken, kâfirler onu kesmeye çalışıyor.” Çünkü Müslüman Coğrafya halen iç çatışmalar, adalet, özgürlük, ehliyet ve liyakat, demokratik değerler, şeffaflık, taassup, hakikat tekelciliği, ahlak ve insan onurunu korumak gibi “önceliklerini” tespit edebilmiş değildir. Bu zaaflarımız bizi içerden güçsüz düşürüyor. Bizi şeytana mağlup eden şeytanın varlığı değil iç/ahlakî zaaflarımız.

Batı dünyası yıllarca mezhep savaşları yüzünden birbirlerinin kanına ekmek doğradı. Büyük oranda otoriterliğe son verip ülke sınır kapılarını kaldırıp birlik oldular. Türkiye İran sınırındaki yoğunluğu ve insanların pasaport işlemleri esnasında çektikleri eziyet ve izdihamı görünce, geçmişe referans göstererek değil daha çok performans göstermemiz gerektiğini anladım. Tur rehberinin “lütfen başınızı örter misiniz?” ikazını duyduğumda, devlet eliyle dayatılan dindarlığın veyahut bir zamanlar Rusya’da olduğu din karşıtlığının faydadan çok zarar verdiği müsellemdir. Dindarlık hariçten yapılan dayatmayla değil, bireyin kendi isteği rızası ve kabulüyle mümkündür. Kur’ân, bireye dini anlatmayı/tebliği emrederken din dayatmaya onay vermez. (Bakara, 3/256)

Aynı dili de konuşsa aynı inanca da sahip olsa insanı merkeze almayan sistem dinî de olsa anlamlı değildir. Bugün küresel siyasete yön veremeyenler yön verenlerin planlarını uygulamak zorunda kalır. Büyük güçlerin önünde inançlarından bile tavizler vererek eğilmekten kurtulamazlar. Çünkü iktidarlarını güçlü Batı’lılara borçludurlar.

Tebriz ve Şehriyar

Tebriz’de İran’ın Yunus Emresi olarak kabul gören İran ve Fars Edebiyatı Şairi Muhammed Hüseyin Şehriyar’ın müzesini ziyaret ettik. Bir toplumun geleceğe taşınması ve dünyaya tanıtılmasında kültür, sanat ve şiirin yerini bu müzede görmek mümkündü. Şehriyar “Heyder Babaya Selam” şiiriyle gönüllerde yer eden bir şâir.

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın söylediği “Geçme nâmerd köprüsünden ko aparsın su seni / Yatma tilki gölgesinde ko yesin arslan seni” mısraları Şehriyar’a ait olmasa da bu sayede Şehriyar’ı gündeme taşıdı. Hatta Mesud Pezeşkiyan’ın Türkçe şiir okuması “Yasaklar Dünyasında” olay oldu. Şiiri okumaya devam ettiği sırada Pezeşkiyan'ın yanına gelen bir yetkili kendisini uyardı. İran Cumhurbaşkanı, "Sorun yok, iki Türkçe şiir okumaktan sorun çıkmaz." diyerek güldü. İran medyasına verdiği bir röportajında “Ben Türküm. Annem de babam da Türk. Türklüğümle gurur duyuyorum. Evde çocuklarımla Farsça değil, Türkçe konuşuyorum” demesiyle dikkat çekmişti. Allah’ın yarattığı ve kendi varlığının âyet/delil olarak gördüğü dilleri niye yasaklar zorbalar? Sonra da ağa maraba hikâyesinde geçtiği üzere “ben bu b*ku” niye yedim derler.

İranlılar, Şehriyar’ı 14. asırdaki meşhur Hafız-ı Şirazî’ye benzetir ve “Hâfız-ı zinde”, yani “yaşayan Hâfız” olarak anarlar. Müze görevlisi güzel Türkçe anlatımıyla detaylıca bilgi verdi. Müze görevlisi Şehriyar’dan şiir okurken gezi grubunda olanların da eşlik etmesi Şehriyar’ın mahalli bir şâir değil İran’ın sınırları dışına taştığını gösteriyordu. Müze görevlisinin anlatımına göre Şehriyar gençliğinde âşık olduğu Süreyya Hanımla evlenememiş. Daha sonra kendi köyünden Azize Hanımla evlenmiş. Şehriyar’ın ilk aşkı Süreyya Hanımın kocası vefat edince Şehriyarı Tahran da ki Mehr hastanesinde ziyaret eder. Şehriyar 83 yaşında kalp yetmezliği ve akciğer iltihabından muzdariptir. Şehriyar yıllar sonra ilk aşkını yaşlı haliye karşısında görünce unutulmaz şu mısraları söyler; “Geldin, cânım sana kurbandır ama neden şimdi geldin? Ey vefâsız, neden ben bu hallere düştükten sonra?”  Şehriyar’ın şiirindeki kalıcılık ve kültürel şuuru siyasetle doldurmak mümkün değildir.

Şehriyar’ın yaşadığı dönemde gelip geçen nice yöneticiler var. Fakat hiçbirini bilmiyor ve hatırlamıyoruz. Fakat Şehriyar şiirleriyle geleceğe uzanmakta ve insanların gönüllerinde yerini koruyor. Müzeye yeni evli çiftlerin gelmesi de dikkatimizi çekmişti. Bir ülkeyi dünyaya tanıtan güçlü manevi sermaye; sanat, sinema, kültür, müzik, mimari ve edebiyattır. Siyasetçinin görevi de köprü ve yol yapmaktır; Tâ ki üzerinden şâir, müzisyen, resssam geçsin yoksa toplumu geleceğe taşımada toplumsal bütünlüğü sağlamada siyaset tek başına yeterli değildir. Sosyolog Erol Güngör :"İslâm dünyasının yeniden yücelmesi mümkün olacaksa bunun kaynağını siyasi gelişmelerde değil, tefekkür sahasında aramalıyız. Bu demektir ki İslâm davasının asıl yükü fikir adamlarının omuzlarına yükleniyor.

Müslümân aydınlar ve din adamları, âlimler, mütefekkirler, sanatkârlar bu sorumluluğun şuuruna ermek zorundadırlar. Medeniyeti politikacılar meydana getirmez; medeniyet âlimler ve sanatkârların işidir. Yeni bir İslâm medeniyeti de elbette ilim, fikir ve sanat eseri meydana getirenlerin omuzlarında yükselecektir. Eğer onların gayretleriyle Müslümanlar arasında bir silkinme ve kalkınma olursa, siyasi hedefler kendiliğinden gelecektir. Bu gayeye ulaşabilmek için aydınların kendilerini yıpratan, enerjilerini büyük ölçüde boşa çıkaran siyaset çekişmelerinden mümkün olduğu kadar uzakta kalmaları, günlük hadiselere tepeden bakarak kalıcı köklü çözümler üzerinde kafa yormaları gerekir ." der. Bugün Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Said Nursî, Celâleddîn Rûmî’nin topluma yaptığı katkıyı kim ve nasıl yapar. Yapılan yollar ve köprüler yıkılır fakat sanatçı ve yazarların inşa ettiği “gönül köprüleri” canlı kalır. Eğer bugün Müslüman Coğrafyada aşılmaz handikaplar varsa bunun sebebi “manevi kırılmalara” merhem olacak âlim ve sanatçıların eksikliğidir. Sanatçının seslendirdiği türkü veya şarkı sözlerindeki hakikatler halkın dilinden geleceğe taşınır. Ressamın yaptığı bir resim ve iyi yönetmenin çektiği film toplumu etkiler. Bazen bir ney sesi bile insanı teskin ederek depresyondan kurtarır.  

Bu yazı toplam 1880 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
5 Yorum
  • Siraç ELYAN / 11 Haziran 2025 20:12

    Maşallah. Rabbım ilminizi bereketlendirsin inşallah. Her zamanki gibi çok istifade ettik.

    Yanıtla (1) (0)
  • Ramazan GÜÇLÜ / 11 Haziran 2025 19:11

    Maşallah çok güzel bir değerkendirmr

    Yanıtla (0) (1)
  • MUHAMMED BAYDAR / 11 Haziran 2025 17:05

    On numara tespitler, elinize yüreğinize sağlık hocam, yobazlıklarla malul bir İslam coğrafyasında yaşayan halklar, bu yobazlıkları haşa ve kella bir kader-i ilahi olarak telakki ediyorlar, içerisinde bulundukları yobazlıklardan ötürü, kader anlayışlarını dahi Allah'a iftira suretinde telakki yahut vurgarilize ettikleri için, farklı ve muhtelif dini yorumlara küfür/ilhadi tezahüratlarıyla özdeş görüyorlar, farklı düşünenlere sopasını, aynı düşünenlere ve itaat edenlere yani çoban kültürüne ise alkış çalıyorlar.
    Sanatın, bilimin, ahlakın, zerafetin, güzelliğin, farklı zengin nüansların râm olmadığı sadece ve sadece itaat, taklid, kopyala-yapıştır dumanlarının zehirli gazlarının çöktüğü, bir cehennem gayya/zûlümat kuyusu İslam coğrafyası.
    Ezcümle;Keza İran'da yobaz molların hegemonyası altında yaşayan halklar bilinçli bir İslami mücadele hayatını tercih edemiyorlar, sadece örtük bir İslami anlayışın olduğu, fakat yaşayışta ve pratikte münafıklığın, nifakın her türlü tezahüratlarının görüldüğü, İslami dildeki hertürlü fuhşiyat ve münkeratın, gayri-meşru eğlencelerin örtük olarak yaşandığı, işlevselleştirildiği, ekalliyetlere göre değil ekseriyetin rey'lerinin başvurularının kabul edildiği, çok büyük taassupların, mutaasıp yobazların yaşadığı hakeza taklid ve itaatin kurumsallaştığı bir yığınlar ülkesidir...

    Yanıtla (7) (0)
  • Atalay / 11 Haziran 2025 17:02

    Kaleminize sağlık hocam. Sayenizde Şehriyarı tanımış oldum.yazının devamını bekleriz hocam. Rabbim şehid Aziz hocamada rahmet eylesin. ????????????

    Yanıtla (2) (0)
  • Handan Tekin / 11 Haziran 2025 14:31

    5 yıllık bir mesainin iyi veya kötü neticesinde mezun olurken sorguladığım bir çok nokta var . İlk başta kendimi sorguladığım bir süreç . Her şeyeden bağımsız "insan" denilen varlığı anlama ve anlamlandırma süreci maalesef benim için sancılı geçiyor. Dinin de insanın bir parçası ve rehberi olduğunu düşündüğüm şu zamanda iç motivasyon ve huzurun sadece Allah'ta ve onun sınırlarında olduğunu iliklerimde hissettim. O'na iman ettiğim nokta ise onun sınırlarını ihlal mutluluk vermiyor . Aksine ciddi bir ıstırap veriyor.Her ne kadar herkesin inanma biçimi farklı tezahür etse de ben imanı içime döndüğümde bulduğum huzurla bağdaştırıyorum. İslam coğrafyası ve Müslümanlar olarak ciddi sorunlarımız mevcut . En önemli nokta ise insanlığımızı eksik bırakıp mekanik birer varlığa dönüşüyoruz . Hadislerle İslam setini yavaş yavaş okurken şu tespiti yapabilirim. Peygamberimiz (sav) samimiyeti , ruhu ,şevkati, merhameti . Örnek yaşantısı bizim ruhumuza hiç işlememiş bu kadar güzel kavramları sadece kavramda bıraktık hâlbuki yaşatabilseydik . Şuan o hayranlıkla baktığımız batı ülkelerinde ki kanun , nizam bilim teknolojinin sahibi olabilirdik . Çünkü müslüman boş durmaz , hak yemez , müslüman azimlidir . Pes etmez . Ama biz ne yaptık . Dini şekillere , ikonlara indirgeyip müslüman maskesi ile gezmeye devam ettik . En sert eleştirim başta kendime onu ifade edeyim . Biz hakikaten çok yanlış anladık . Belli ideoloji ve heveslerimizin kurbanı olarak kullandığınız din ve insanlar ayağımıza dolanmaya başladı. Bu gidişten ümitli değilim . Fakat biliyorum bizde teslimiyet samimiyet ,irade , azim ve en önemlisi iyi niyetli eksik . Yalnız bizim bu problemlerimiz değil Kerbeladan berdir süre gelen zihniyet problemimiz çözülmüyor. Çözülmek Ruhumuzun dirilmeye ihtiyacı var.

    Yanıtla (0) (3)