1. YAZARLAR

  2. Prof. Dr. Zeki TAN

  3. Hutbe ve Ahlakî Çürüme
Prof. Dr. Zeki TAN

Prof. Dr. Zeki TAN

ÖĞRETİM ÜYESİ
Yazarın Tüm Yazıları >

Hutbe ve Ahlakî Çürüme

A+A-

Meşhur hikâyedir; maddi manevi problemleri olan birisi bir nebze de olsa sıkıntılarından uzaklaşmak veyahut ruhen rahatlamak maksadıyla abdestini alıp camiye sığınır. Namazını tadil-i erkâna göre kıldıktan sonra mutat olduğu üzere ellerini kaldırıp içinden geldiği gibi dua etmeye başlar. Yaşlandığını kabullenmediğinden olsa gerekir “Allahım! Dizlerimde ağrı var. Gözlerim görmez oldu. Sırtımdaki ağrılardan dolayı eskisi kadar dik duramıyorum. Eski kadar nefes alamıyorum. İştahım azaldı. Yemek yiyemediğim için halsiz oluyorum. Şeker hastalığım ve tansiyonum kronik hale geldi…” diyerek vücudunda ne kadar organ varsa hepsini tek tek sayarak rahatsızlıklarını dile getirdi. Anadolu irfanında geçtiği üzere “dert bir olaydı şifası kolaydı.” Fakat dert elvan elvan… Duasını biraz da olsa sesli söylediğinden az ötede namazını kılıp biraz daha camide kalayım edasıyla oturan birisi ona kulak misafiri olur. Duası bittikten sonra kendisini dinleyen muhtemelen ona takılmak üzere “Kardeşim! Kusura bakmayınız. Üzerime vazife değildir. Fakat ne kadar çok hastalığınız ve derdiniz varmış?  Allah herşeye kadirdir. Fakat Allah’ın senin bu kadar kronik hastalığına şifa vereceğine yeni bir insan yaratması daha kolay olur” diyerek takılır. Bu ikazla duasını bitirip acı acı tebessüm eder.

Her hikâyenin vermek istediği bir hissesi vardır. 26 Haziran 2025 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığının Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan "Kamu Hakkı Dokunulmazdır" (https://dinhizmetleri.diyanet.gov.tr) başlıklı hutbeyi dinlerken bu hikâyeyi hatırladım. Hutbe toplumsal yüzleşmeyi sağladığı için birçok kişi tarafından takdirle karşılandı. Ahlakta inşa beklenirken ahlaki çürümeyle karşılaşıldığında “Aman Allahım! Ne kadar da bozulmuşuzda haberimiz yok” dedirtti. Hâlbuki biz Hz. Ömer’i “kişisel işlerini yaparken kamunun mumunu kullanmazdı” hikâyesini dilimize pelesenk etmiştik. İdeal olarak “İslam gelecek vahşet bitecek” dedirtmişlerdi. Müslüman asla haram yemez diyorlardı… Tam da hutbe metninde sosyal gözlemci bakışıyla toplumun ahlakî yapısına doğru ve sağlıklı teşhis konulmuş. Bu da toplumun yozlaşma ve çürümeyle karşı karşıya kaldığıdır. Bu çürümeye çözüm üretilmeli, havaya bakıp ıslık çalmanın zamanı değildir. Yoksa Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi “Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç; Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!” deriz.

Hutbedeki eleştiri ve ikazlar “Kral çıplak” diyerek ahlaken çürüdüğümüzü minberden yüzümüze yüzümüze söylendi. Fakat kimsenin şaşırmaması hatta bunun kabullenilmesi anlamına geliyor. Ahlakî çürümenin kimseyi rahatsız etmeyip sıradanlaşması geri dönüşün imkânsızlığıdır. Şunu unutmamak gerekir; Hiçbir toplumsal gerçeklik sloganlar eşliğinde üstüne kalın şal örtülerek kaybolmaz. Hatta ihmal edildikçe kronikleşir. Bugün artık hâl-i pür melalimiz Mehmet Akif’in dediği gibi;  “…Edepten yok payesi bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi.” En büyük sermayemiz olan edep ve ahlakımızı yitirmişsek geride bir şeyimiz kalmadı sanırım. Ali Bardakoğlu Hoca’nın Hz. Peygamber’in hayatında da  “Hiç ikinci bir meşruiyet ölçüsü olmadı” dediği husus ahlakı ve güvenilirliğiydi. Hayatı boyunca dost düşman herkes ona güvendi. Aliya İzzet Begoviç’in dediği gibi  “Bir toplumda her türlü değişim ve dönüşümün esası iç değişim/ahlaktır. Tarih hiçbir değişimin iktidardan geldiğini bilmez. Hepsi terbiyeden başladı ve özünde ahlaki bir davettir” Hutbenin değeri temas ettiği konuların öneminden kaynaklanmaktadır. Hutbede maddeler halinde anlatılan ahlakî çürümüşlüğün habercileri mevcut olduğu için toplum ikaz ediliyor. Ahlakın çokca anlatılması yokluğunun alametidir. Yolunda giden işler fazla konuşulmaz. Hasta değilsek hastalığı gündemimize almayız. Mesela; Kur’ân ilk nâzil olduğu Arabistan toplumuna “yetim hakkı yemeyiniz, zayıf ezmeyiniz, merhametsiz olmayınız, zulüm yapmayınız, içki içmeyiniz, faiz almayınız, yalan söylemeyiniz, iftira atmayınız, yalan haber yaymayınız, şirk koşmayınız…” dediğinde kimse çıkıp bunları yapmıyoruz diyemediler. Çünkü ahlakî yozlaşma fazlasıyla mevcuttu. Hutbede de “yapmayınız” diye hatibin sıraladığı çirkinlikler sanal değil. Sosyal ve bireysel hayatımızda fazlasıyla mevcuttur. Bireyleri “istikamet sahibi” yapabilmek Hz. Peygamberi’in saçına ak düşürtecek kadar O’nu üzmüş ve yormuştu. (Tirmizî, “Tefsîr”, 56/6)

Hutbede toplumsal çürümeyi gösteren hususlar şunlardır; Hutbenin konu başlığı “Kamu hakkı dokunulmazdır.” Demek ki kamu hakkına dokunan var. Kamu hakkına dokunanın şehit bile olsa şehit sayılmayıp cehennemlik olacağı (Müslim, İman, 182) Hz. Peygamber’in ağzından aktarılıyor.

Hutbede “Hazine, kamu, belediye, vakıf ve dernek mallarına el uzatmak; insanı dünyada zillete, ahirette büyük bir azaba sürükleyen ağır bir vebal, büyük bir günahtır” diyerek kurum adresleri veriliyor. Kurumları çoğaltmak mümkündür. Demek ki bu kurumlarda kamu hakkına el uzatıyormuşuz. Paçalarından zenginlik akanları hergün görüyoruz.

Hutbede “Hazineye, vakıflara, derneklere, kamu kurum ve kuruluşlarına ait menkul veya gayrimenkulleri zimmete geçirmek, işgal etmek ya da vasıflarını değiştirerek gayr-i meşru kazanç sağlamak ateşten bir korla karnı doldurmaktır” denilerek (Müslim, Müsâkât, 141) Gayrimenkullerin vasfını değiştirerek haksız kazanç elde ediyormuşuz. Nasreddin Hoca misali kaybettiği eşeği yanlış yerde aramaya gerek yoktur.

Hutbede “Kamu imkânlarını amacı dışında kullanmak, kamuya ait işleri yavaşlatmak ya da aksatmak, verilen görevleri layıkıyla yerine getirmemek hem vebal hem de günahtır.” Demek ki kamu imkânlarını amacı dışında kullanıyor, işlerimizi aksatıyor, yavaşlatıyor, bize verilen görevleri aksatıyor, layıkıyla yerine getirmiyoruz.

Hutbede “Kamu hizmetlerini sunarken insanlar arasında ayrım yapmak, tanıdığı kişilere öncelik vermek, çalışma saatlerinde şahsi işlerle meşgul olmak, hak hukuk tanımamaktır, günahtır.” Demek ki kamu hizmeti sunarken kendimize yakın olanı tercih ediyor ayrımcılık yapıyoruz. Çalışma saatlerinde şahsi işlerimizle meşgul oluyoruz.

Hutbede “Yaptığı iş karşılığında aldığı ücretten başka, hak etmediği bir ücret talep etmek harama el uzatmaktır.” Demek ki yaptığımız iş karşılığında rüşvet alıyoruz. Harama el uzatıyoruz.

Hutbede “Hediye kisvesine bürünen her türlü çıkar ilişkisi, cehennem ateşinden bir parçadır.” Demek ki aldığımız rüşvete hediye ismi vererek haksız kazanca elde ediyoruz.

Hutbede “Dijital mecralarda, yazılı ve görsel medyada yalan ve yanıltıcı haberlerle manipülasyon/hile yaparak kamuyu zarara uğratmak haramdır.” Demek ki kendi yandaşlarımıza yanıltıcı haberler yaptırarak kamuyu zarara uğratıyoruz.

Hutbede “Bir kişinin yapabileceği bir iş için birden fazla kişiyi işe almak kamu kaynaklarını israf etmektir.” Demek ki yönetici olduğumuz kurumda üç kişinin yapacağı işe on, yirmi, otuz adam alarak kamu kaynaklarını israf ediyoruz.

Hutbede “Torpil yapmak ve yaptırmak, adam kayırmak ve kollamak, gençlerimizin hayallerini çalmaktır. Bir takım kanuni boşluklardan yararlanıp adeta gayrimenkul mafyası oluşturarak kamunun ve şahısların malına haksız yere el koymak, sahte belgeler ve yalan beyanlarla bunları haksızca ele geçirmek haramdır.” Demek ki torpil yapıyor, adam kayırıyor, gençlerimizin hayallerini çalıyor, kanuni boşluklar oluşturup eskilerin “hile-i şeriyye” dedikleri yollarla gayrimenkul mafyası oluşturuyor sahte belge düzenliyor, yalan beyanlarda bulunuyoruz.

Hutbede “Elektrik ve suyu kaçak kullanmak, toplumun tamamının malına el uzatmaktır, haramdır.” Demek ki kaçak elektrik ve su kullanmaktan kaçınmıyoruz.

Hutbede “Devletin; tarımda, hayvancılıkta ve ticarette verdiği destekleri amacı dışında kullanmak, kamu hakkını ihlal etmektir, günahtır.” Demek ki devletin verdiği destekleri amacı dışında kullanarak kamu hakkını ihlal ediyoruz.

Hutbede “Daha fazla destek almak için olmayan tarlaları varmış gibi beyan etmek ya da vasıfsız tarlaları vasıflı göstermek, büyük bir haksızlıktır, zulümdür. Değeri düşsün diye çiftçinin ürününü tarlada bekleterek gerçek fiyatının altında almak, fiyatlar artsın diye karaborsacılık ve stokçuluk yapmak, haksız yere milletin malına el koymaktır, haramdır, günahtır.” Köylümüzde şehirlimizde birbirine benzemiş. Bereketin sadece lügatlerde kaldığı bir dünyada yaşar olduk. Herkesin herkesi aldattığı bir ülke haline gelmişiz. 

Hutbede “İhtiyacı olmadığı halde sosyal yardım almak, ailesinden kalan maaşı alabilmek için resmiyette boşanıp gerçekte birlikte yaşamaya devam etmek, ateşten gömlek giymektir. Naylon fatura ile vergi kaçırmak, sahte belgelerle mal beyanını düşük göstermek haramdır, günahtır. Menfaat elde etmek için rüşvet alıp vermek ise Allah’ın lanetine müstahak olmaktır.” Söylenmesi bile insanın yüzünü kızartan çirkinlikleri yaşıyor ve yapılanlara karşı sessiz duruyoruz. A’den Z’ye tel tel dökülen ahlakî çürümüşlüğe çare ve çözüm ürettiğimiz söylenemez.

Bireylerdeki ahlakî çürüme ülkelerin acı gerçekleri olarak uluslararası endekslere de yansıyor. Tıpkı “fıçının içindeki nesne dışına taşıdığı” gibidir. Mesela; 2024 yılında Uluslararası Şeffaflık Örgütünün Yolsuzluk Algısı Endeksinde Türkiye 180 ülke arasında 107’inci sırada yer almaktadır.

Elinize mikrofon alıp herhangi bir caminin kapısında durup camiden çıkanlara hutbeyi dinlediğinizde bu sıralanan çirkinliklerden işlemediğimiz var mı? diye sorsanız. Zinhar! Böyle bir şey yapmıyoruz demez sanırım. Belki de hutbeyi okuyan hoca efendi yaptıklarımızın özetini söylemiş bile diyenler çıkar. O halde bu toplumun bekası için ahlakî çürümeye göz yummak çözülüşü hızlandırır. Bu bedeli sadece yöneticiler değil toplumun fakir zengin, sağcı solcu, Alevi Sünni, Laik Laik olmayan bütün kesimler acılar içinde öder. Bu ahlaki çürümeyi kulak ardı ederek ödün vermek yıllardır emek verilen başarılar da sadece tarihin arşivinde belge olarak kalmaya mahkûmdur. Toplum çürümüşlükle dibe vurmuşken, onu ahlaken arındıracak, geleceğini değiştirecek ve sığınılacak yeni bir ahlaklı dünya keşfetmek zorundayız.

Hutbeyi dinleyip daha sonra analizini yapmak üzere değerlendirdiğimde tarihe bir yolculuk yaptım. Müftülük yapmaya başladığım 1994 yılının başlarında Anadolu’nun bir kıyı şehrinde bir felaket yaşanmıştı. Felaketin sebebi olarak insanların azgınlıkları ve günahları adres olarak gösterilmişti. Ben de yapacağım akademik çalışmayı “Kur'ân'a Göre Geçmiş Kavimlerin İnkırazında Ma’siyetin Rolü” konusunu çalıştım. Tez danışmanım kabul etti. Tezi baştan sona okuyarak katkılar sundu. Yüksek lisans tezim önce ilk ismi olan “Kur'ân'a Göre Geçmiş Kavimlerin İnkırazında Ma’siyetin Rolü”, Kitap Dağıtım Neşriyat, Ankara, 2011, ismiyle daha sonra da “Kur’ân’ı Kerim’de Helâk Ahlâk İlişkisi”, Ark Yayınları, İst. 2024’te farklı bir isimle basıldı. Tez ile ilgili özellikle tarihî okumalar yaparken hutbede sıralanan bu kadar çirkinliğin bir toplumu amansız krizlerle boğuşmaya götürmeye yeteceğini düşündüm. Mehmet Akif’in yaşadığı dönemle ile ilgili yaptığı teşhiste “Oyuncak sanmayın, ahlâk-ı millî ruh-i millidir. Onun iflası en korkunç ölüm, mevt-i küllidir” diyerek ahlaki çürümüşlüğün toplumu ölüme ve yok oluşa götüreceğini söyler. Hutbe nereden ve hangi konu(lar)dan başlamamız gerektiğini de söyler. Doğru adres gösterir. Ahlakın şakası olmaz. Ahlakî, yani “iç çürümenin” olduğu toplumlarda; en mükemmel hava alanlarınız, altı şeritli oto yollarınız, dünyanın en güçlü nükleer silahlarınız, eşi benzeri olmayan köprüleriniz, binlerce katlı gökdelenleriniz bile olsa toplumu ayakta tutmak zordur. Ahlakî çürümenin olduğu toplumlarda her sabah kriz üstüne kriz yaşanır. Kur’ân geçmişte helak toplumları anlatırken bugün bile tarihî şehir ve yapılarla ülkelere maddi manevi kazanç ve değer sağlayan eserlerden söz ederken: “Bizden daha güçlü, kuvvetli ve daha müreffeh iktisadî imkânlara sahip olduklarını” (Ankebut, 29/20; Rûm, 30/42) anlatarak ahlakî bozulmanın toplumu helak olmaktan kurtaramadığını anlatır. Kalbindeki ritim bozukluğu olan birisini sürekli kuaföre götürerek makyajla ayakta tutmak mümkün değildir. Vücudun motoru kalp, toplumun da nirengi noktası ahlaktır. Ahlâkî çürüme bileşik kaplar misali onlarca problem; hukuk, ekonomi, bilim, siyaset, sanat, spor, eğitim, aile, yönetim, çevre, evlilik, adalet, ticareti de etkiler. Toplumu paçalarından tuttuğu gibi inkıraza sürükler.

Tarih Yeniden Yaşanıyor

Bir hutbede bu kadar çok problemi bir arada zikretmek kolay değildir. Fakat sosyal problemleri söylemekle çözmek aynı kolaylıkta değildir. Meşhur tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve devlet adamı İbn Haldun’un bir dünya tarihi niteliği taşıyan kitabının adını hafızada tutmak zordur. Kitabın adı “Kitâbü’l-ʿİber (Kitâbü Tercemâni’l-ʿİber) ve dîvânü’l-mübtedeʾ ve’l-ḫaber fî eyyâmi’l-ʿArab ve’l-ʿAcem ve’l-Berber ve men-âs̱arahüm min-ẕevi’s-sulṭâni’l-ekber” dir. İbn Haldun’a haklı şöhret kazandıran Kitabın önsöz ve giriş mahiyetinde kaleme aldığı ve “mukaddime” adını verdiği cildi Türkçe tercüme edilerek müstakil olarak basılmış. Tarihçi Arnold Toynbee Mukaddime’yi “kendi türünde bütün zamanlar içinde yazılmış en önemli eser” olarak niteler.

İbn Haldun’u “Yalnız Bir Yıldız” olarak tanımlayan ve üzerine tez hazırlayan felsefeci Prof. Dr. Ahmet Arslan “İbn Haldun’u anlamadan İslam’da ister siyaset, ister hukuk, ister felsefe, kurumlar veya halifelik çalışın önce İbn Halduna’a bakmak zorundasınız. Kimse İbn Haldun’u anlamak istemiyor. Çünkü İbn Haldun devletlerin çürümüşlük halini mottoda geçtiği üzere  “Kralın çıplak olduğunu ilan eden” adamdır. Müslüman toplumların, bu toplumların insan bilimcilerinin, sosyal bilimcilerinin, felesefecilerin İbn Haldun’u kaba bir biçimde bile anladıklarından, daha doğrusu anlamak istediklerinden emin değilim…” der. Geçmişi bugüne taşımayacağız. Fakat doğru okumayarak geçmişe karşı ilgisizliğimiz ve sağlıklı olmayan tarih anlayışımız yüzünden devasa toplumsal hastalıkları sadece sayarak sloganlaştırırız.

İbn Haldûn’un kapsamlı kitabı zamanına kadar kavimlerin ve hânedanların, başta Araplar olmak üzere onlara komşu olan Nabatîler, Süryânîler, Farslar, Yahudiler, Eski Mısırlılar, Yunanlılar, Rumlar, Türkler ve Franklar gibi milletlerin tarihini kapsar. (Uludağ, Süleyman, “İbn Haldun”, DİA, XIX, 538-543) İbn Haldun bu devletler hakkında güzel tahlillere, mâkul açıklamalara ve gerçekçi yorumlara yer vererek devletlerin doğuş, gelişme ve çöküşlerine dikkat çeker. Hutbede geçen toplumsal hastalıkları okuduğumda hafızam İbn Haldun’a götürdü. Kitaptan nakil yapmayacağım. Hutbede geçen sosyal hastalıkları İbn Haldun uzun uzun anlatır. Aynı olmasa da benzer hastalıklar o zaman da vardı. Gelecekte de var olacak. Bu hastalıklara tutulan devletlerin akibetlerini örnekleriyle anlatır. Çözüm önerilerini kitaba havale edeyim. Fakat hem fıkrada hem de hutbede geçtiği üzere bu kadar sosyal hastalığa müptela olmuş toplumu sahil-i selamete çıkarmak için bilim adamları, sanatçılar başta olmak üzere bütün kesimlerin ortak çaba sarfetmeleri gerekir. Yoksa Hz. Peygamber’in gemi temsilinde anlattığı üzere geminin altındakiler geminin altını delerse güvertede olanlar da batar. (Abdullah b. Mübârek, Müsned, Riyad, 1987, s. 81)

Savaş yenilgisi sonrasında yenilginin sebepleri masaya yatırılır. Ordu komutanı “yenilgimizin elli sebebi var. Birincisi: “Barutumuz tükenmişti” dediğinde toplantı yöneticisi hemen müdahale ederek “gerisini saymanıza gerek yoktur. Eğer barut yoksa savaş kazanmak mümkün değildir” der. Bir Müslüman için de iyi Müslüman olmak için dinin pratiği anlamındaki ahlak yoksa gerisini saymaya gerek yoktur.

Ahlak insandaki “iç denetim” mekanizmasının inşasıdır. İç mekanizması iflas edip felç olanlara klasörler dolusu mevzuatla çözüm üretmek zordur. Din ve ahlak sadece seslendirilerek edebî dille anlatılarak değil lisan-ı hal/yaşanarak etkili olur. Bir şeyi daha çok anlatmaya kalktığınızda o şeyin anlamını yitirdiğini hatta dinleyenlerde bıkkınlık olduğunu görürsünüz.  O halde yapılması gereken ahlakî rol-modellerin çoğalmasıdır. Fakat bir türlü anlatmaktan anlamaya ve yaşamaya fırsat bulamıyoruz. Çünkü “ağzı olan konuşuyor.” Yemek hakkında herkes ileri geri konuşur. Fakat kaliteli yemek yapmak usta/şefin işidir. Dini de ahlakı da “ağzı” olan konuşur, fakat aksiyon, eylem ve fiiliyata dönüştürmek için emek, bedel, bilgi ve içtenlik ister.  

Bu yazı toplam 2546 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
4 Yorum