Günahlar Musibetleri Celp Eder
İnsanoğlu mükellef bir varlıktır. Yaptığı iyi veya kötü amellerinin karşılığı bulunmaktadır. Mükâfat ve cezanın asıl yeri ahirettir. Bununla birlikte insanoğlunun işlediği hayır veya günahların bir kısım cezası dünyada verilmektedir. İbadet etmek ve iyilik yapmak bolluk ve berekete vesile olurken, günahlar da musibet ve belalara sebep olmakta, musibetleri celp etmektedir. Bu husus hem ferdî hem de hem toplumsal olarak geçerlidir.
Cenâb-ı Allah, günah işleyip azaba müstahak olunca kişileri cezalandıracağı gibi, bir toplumda günahlar çoğalıp yaygınlaşınca o topluma da, deprem, sel felaketi, kuraklık, açlık ve benzeri bir takım bela ve musibetleri verir. Başımıza bir musibet gelince genelde kaderdir veya tabiat olayıdır, deyip işin içinden çıkıyor, kendimizi bu şekilde avutuyoruz. Oysa başımıza gelen bela ve musibetler, bazen imtihan, bazen kendi hatamız, çoğu zaman da işlediğimiz günahların bir neticesi ve sonucudur. Âyeti kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Size bir musibet isabet etti ise, bu, yaptığınızdan dolayıdır, Allah çoğunu da affeder.” (Şûrâ, 42/30). Hz. Ali’nin rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) bu âyetin tefsiri sadedinde şunları ifade etmektedir: “Ey Ali, dünyada size bir hastalık veya azap yahut bir bela isabet etmiş ise bu, yaptığınızdan dolayıdır.” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim. VII, 208). Konuyla ilgili diğer bir hadiste, “Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki bir ağacın tahriş etmesi, bir damarın acıması veya bir ayağın kayması ancak bir günahtan dolayıdır, Allah’ın affettiği ise daha fazladır.” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim. VII, 208) buyrulurken; başka bir hadisi şerifte “Bir kulun günahları çoğalıp onlara kefaret olan bir ameli de yoksa Cenâb-ı Allah ona üzüntü verir ki onunla günahlarını afetsin. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim. VII, 208) buyrulmaktadır.
Bazı Müslümanlar bela ve musibetleri kadere veya tabiata bağlayıp için içinden çıkmaya çalışırken veya bu şekilde kendilerini avuturken inanmayan önceki milletler de başına gelen musibetleri tabiat olayına bağlayıp kendini bu şekilde avutuyordu. Âyeti kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Biz hangi ülkeye peygamber gönderdiysek mutlaka ora halkını, Allah’a yönelip yalvarsın ve yakarsınlar diye onlara ekonomik kırız ve hastalıklar verdik. Sonra sıkıntı yerine iyilik verdik. Nihayet onlar çoğaldı ve şöyle dediler: Atalarımıza da hem darlık (ekonomik kırız) hem de bolluk isabet etti…” (A’râf, 7/94-95.)
Evet, bela ve musibetler teklif sırrınca bazen imtihandır, ancak çoğu zaman günahların neticesi ve sonucudur. Yüce Kitabımız Kur'ân’da bela ve musibetler ekseriyetle kavimlerin küfür ve günahlarına bağlanmaktadır. Örneğin Hz. Nuh kavmi ona iman etmeyip kendisini tekzip ettiğinden dolayı yok edilmiştir. (Şuara, 26/111-121). Hz. Salih’in kavmi ona iman etmeyip Cenâb-ı Allah’ın bir mucize eseri olarak yarattığı ineği kestikleri için helak edilmiştir. (Şuara, 26/143-1159). Hz. Lut’un kavmi kendisine iman etmeyip o çirkin filli işlediğinden dolayı helak edilmiştir. (Şuara, 26/160-175).
Zikrettiğimiz bu âyet ve hadislerle birlikte birçok âyeti kerimede günahların bela ve musibetlere, iman ve ibadetin bolluk ve berekete sebep olacağı ifade edilmektedir. “Şayet köylerin halkı iman edip Allah’tan (gerektiği gibi) sakınsaydı, onların üzerine semanın ve yerin bereketlerini açardık, ancak onlar tekzip ettiler. Bu nedenle yaptıklarından dolayı onları yakalayıverdik.” (A’râf, 7/96) âyeti kerimesi, peygamberini yalanlayıp iman etmediğinden dolayı bir kavmin helak edildiğini ifade etmektedir. (Hz. Hud kavmine) “Ey kavmim, Rabbinizden bağışlama dileyin, sonra da O’na tövbe ediniz. (Böyle yaparsanız) size bolca yağmur yağdırır ve gücünüze güç katar…” dedi. (Hud, 11/52.) âyeti kerimesi ise ibadetin bolluk ve berekete sebep olacağını ifade etmektedir.
Şimdi küfür, şirk ve azgınlığından dolayı helak edilen veya kendilerine musibet verilen kavim veya insanlardan birkaç örnek vermeye çalışacağız. İnsanlık tarihinde azgınlaşıp haddi aşan ve en büyük zulmü yapan kişi Firavun ve onun kavmidir. Firavun bir rüya görmüş, bu rüyasını tabircilere anlatmış, onlar İsrail oğullarında bir çocuğun dünyaya geleceğini ve bu çocuğun kendi iktidar ve hükümranlığının son bulmasına sebep olacağını söylediler. Firavun tedbir amacıyla İsrail oğullarının yeni doğan erkek çocuklarını öldürdü. Buna rağmen Cenâb-ı Allah’ın takdiri ve inayetiyle Hz. Mûsâ dünyaya geldi, Firavun’un sarayında büyüdü. Nihayet kendisine vahi gelince onu dine davet etti. Firavun Hz. Mûsâ’dan mucize istedi. Cenâb-ı Allah ona iki mucize verdi. Yine inanmadı. Hz. Mûsâ’yı sihirbazlarla yenmek istedi. Yine başarılı olmadı.
Nihayet Cenâb-ı Allah Hz. Mûsâ’ya kavmiyle birlikte Mısır’dan çıkmasını emretti. Firavun kavmiyle birlikte onları takip etti. Hz. Mûsâ kavmiyle birlikte Kızıl denizin sahiline vardı. Cenâb-ı Allah’ın emriyle asasıyla denize vurdu, denizde İsrail oğulları kabileleri sayısınca 12 yol açıldı. İsrail oğullarının her kabilesi bir yoldan yürüyüp karşı tarafa geçti. Açılan yollar kapanmamıştı, Firavun kavmiyle birlikte açılan yollardan yürümeye başladı. Hepsi denizdeki yollara girince deniz birleşti, Firavun kavmiyle birlikte denizde gark oldu. Onun kavmiyle birlikte denizde gark olma kıssası Şuara, 26/ 60-66. âyetlerinde kısaca anlatılmaktadır.
Evet, Cenâb-ı Allah’ın sünneti işte böyledir. En azgın kâfir ve zalimlere bile bir süre mühlet verir, nihayet zulüm ve günahları nispetinde ya toptan yok eder veya birtakım musibetler verir. Bir âyeti kerimede bu hususa şöyle dikkat çekilmektedir: “Zalim olduğu halde birçok köy/şehir halkına mühlet verdim, sonra onları yakalayıverdim…” (Hac, 22/48).
İki yıla yakındır kadın-erke, küçük-büyük, genç -yaşlı, sivil- asker ayrımı yapmadan modern silahlarla Müslümanları vahşice katleden, ev, okul, cami ve hastane demeden her tarafı yakıp yıkan zalim, barbar İsrail’in akıbeti de mutlaka bir gün Firavun ve kavminin akıbeti gibi olacaktır. Şimdiye kadar Cenâb-ı Allah, zalimlerin yaptığını kendilerine kâr bırakmamıştır, İsrail’e de bırakmayacaktır. Zalimler bir gün mutlaka yaptıklarının acısını çekeceklerdir.
Günah ve nankörlükten dolayı açlık ve sefalete duçar olan şehirlerden biri de Mekke’dir. Mekke, Kâbe’den dolayı cahiliye döneminde bile hem güvenli ve huzurlu hem de ticaret merkezi olup zengin bir şehir idi. Etraftaki diğer köyler zaman zaman birtakım saldırılara maruz kaldığı halde Mekke saldırıya maruz kalmıyordu. Kâbe’den dolayı Mekke’de yaşamakta olan Kureyş kabilesi de saygın idi. Resûlullah (s.a.v.)’a vahi gelip insanları İslâm’a davet etmeye başlayınca Mekke halkından az sayıda insan Müslüman olduğu halde ekseriyeti Müslüman olmadı, aksine Resûlullah (s.a.v.) ve İslâm’a karşı amansız bir mücadele ve düşmanlık yapmaya başladılar. Nihayet Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret ettikten sonra “Ey Allah’ım, Yusuf’un açlık yılları gibi onlara da açlık yılları ver” diye onları beddua etti, etraftaki Müslüman kabilelerden de onlara ambargo uygulamasını emretti.
Etraftaki kabilelerden kendilerine gıda gitmeyince Mekke halkı büyük bir kıtlık ve açlıkla karşı karşıya kaldı. Âyeti kerimede bu hususa şöyle dikkat çekilmektedir: “Allah şöyle bir şehri örnek veriyor: Bu şehir güvenli ve huzurluydu; her taraftan oraya bol rızık geliyordu. Derken ahalisi Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük etti. Allah da onlara yapıp ettikleri yüzünden genel bir açlık ve korku felaketini tattırdı.” (Nahl, 16/112)
Küfür ve nankörlükten dolayı nimetleri elinden alınmak suretiyle cezalandırılan bir halk da Sebe ahalisidir. Âyetlerde kısaca temas edildiği, tefsirler daha detaylı anlatıldığına göre Sebe halkına Cenâb-ı Allah büyük nimetler ihsan eylemiştir. Onların bir vadisi vardı. Vadinin sağında ve solunda içinde her türlü meyve bulunan yemyeşil bahçeler bulunmaktaydı. Bahçelerin meyveleri o kadar fazla ve bol idi ki bir kadın başının üstüne bir sepet koyar, bahçelerin bir tarafından diğer tarafına yürür, elini hiçbir ağaca atmadan ve hiçbir meyve koparmadan ağaçlardan kendiliğinden meyveler düşer ve sepeti farklı meyvelerle dolardı. Onların bahçelerinde yılan, akrep, sinek, sivrisinek ve benzeri insanı rahatsız eden haşeratlar da bulunmuyordu. Bahçelerinin kokusu o kadar hoş ve güzel idi ki pislik ve bataklıkta yaşayan hiçbir haşere burada yaşamıyordu. Hatta bir rivayete göre elbise veya vücudunda bit bulunan biri bahçelerin bir tarafından diğer tarafına kadar yürüyünce bitler güzel kokudan dolayı ölürdü. (Bağavî, Maâlimu’t-Tenzîl, (VI/393)
Tefsirlerde ifade edildiğine göre Cenâb-ı Allah Sebe halkına peygamberler gönderdi. Peygamberler onları Cenâb-ı Allah’a iman etmeye ve O’na şükretmeye davet etti, ancak onlar iman etmediler, nimetlerin de Allah’tan olduğuna inanmadılar ve peygamberlere şöyle dediler: Allah’ın üzerimizde bir nimetinin olduğunu bilmiyoruz. Rabbinize söyleyin, şayet gücü yeterse bu nimetleri bizden alsın. (Bağavî, Maâlimu’t-Tenzîl, (VI/394)
Onların bu nankörlüğüne karşılık Cenâb-ı Allah üzerlerine bir sel gönderdi. Sel onların bahçelerini yok etti. Daha sonra Cenâb-ı Allah onlara başka bahçeler verdi, ancak bu bahçelerin meyveleri acı ve kötü idi. Âyetlerde bu hadiseye şöyle dikkat çekilmektedir: “Andolsun ki oturdukları yerlerde Sebe kavmine ait büyük bir âyet vardı. Biri sağda, diğeri solda iki bahçe. Onlara, Rabbinizin bahşettiği rızıktan yiyin ve O’na şükredin (denildi.) Ne güzel bir belde, ne bağışlayıcı bir Rab! Ancak onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların iki bahçesini, acı yemişli, ılgınlı ve birkaç da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nankörlük ettiklerinden dolayı onları işte böyle cezalandırdık. Biz sadece nankörlük edenleri cezalandırırız.” (Sebe, 34/15-17.)
Kalem Suresi’nde “Bahçe sahipleri” adında bir kıssa anlatılmaktadır. Bu kıssanın özeti şöyledir: Bahçesi olan salih bir adam vardı. Bu adam bahçesinin mahsulünden ailesinin bir yıllık ihtiyacı ile bahçenin bakımı için gereken miktarı ayırır, geri kalan mahsulünü fakirlere dağıtırdı. Derken adam vefat etti, arkasında 3 erkek evlat bıraktı. Bunlar cimrilik edip şöyle dediler: Babamız ahmak idi, bahçemizin mahsulünü fakirlere dağıtıyordu. Biz böyle yapmayalım, sabahın köründen bahçeye gidelim, kimsenin haberi olmadan meyvelerimizi toplayı getirelim. Bu şekilde anlaşan kardeşler sabahın köründen bahçeye giderler. Ancak anlaştıkları şey, Cenâb-ı Allah’ın hoşuna gitmediğinden gece bahçeye yangın gibi bir musibet vermiş, yangın ağaçları yakıp simsiyah etmişti. Bahçeye varınca hava da henüz tam aydınlanmamıştı. Önce yanlış yere gittiklerini sandılar, sonra Cenâb-ı Allah’ın kendilerini cezalandırıp bahçeyi kendilerinden aldığını anlayınca pişman oldular, ancak her şey artık nafileydi. Bu kıssa Kalem Suresi, 17 ile 33. âyetlerinde anlatılmaktadır.
Konunun daha net bir şekilde ortaya çıkması için konuyla ilgili birkaç hadisi daha zikredip konumuzu kapatalım:
Hz. İbn Abbas’ın rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kavim ahdini bozarsa Allah düşmanlarını onlara musallat eder. Bir kavimde zina yaygınlaşırsa Allah onları ölüm ile yakalayıverir. Bir kavim ölçü ve tartılarında dürüst davranmazsa Allah onlara açlık verir. Bir kavim zekâtı men ederse Allah onlara kuraklık verir. Bir kavim hükümde (yargıda) zulüm yaparsa Allah onları birbirine düşürür. (Beyhakî, Şuabu’l-İman, V/21.) Diğer bir rivayette bir kavimde zina yaygınlaşırsa onların ecdatlarında görülmeyen hastalıklar kendilerinde görülür, buyrulmaktadır.
Hz. Sevban’ın rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kişi işlediği günahtan dolayı rızkından mahrum edilir.” (Kelabazî, Manai’l-Ahbar, s.180.
Hz. Ebî Bekre’nin rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah tüm günahlardan dilediğini ahirete bırakabilir, ancak ana babaya itaatsizlik bundan müstesnadır. Bunun cezasını ölümden önce dünyada verir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, hadis no: 20375)
Hz. Zeyneyb bint Cahş anlatıyor: Dedim ki: Ey Allah’ın Resulü aramızda salih insanlar olduğu halde helak olacak mıyız? O, Evet, pislik (günahlar) çoğalınca helak olacaksınız, dedi. (San’ânî, el-Musannef, X/382.)
Hz. Huzeyfe b. el-Yeman’ın rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Nefsim elinde olana yemin ederim ki siz iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız veya Cenâb-ı Allah kendi katından size acil bir azap indirecektir, sonra dua edeceksiniz ancak Allah duanızı kabul etmeyecektir. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, II/91.)
Selam ve dua ile.


YAZIYA YORUM KAT