1. YAZARLAR

  2. Veysel KOŞAR

  3. Bizde Bir Zamanların Kadın Hikâyeleri
Veysel KOŞAR

Veysel KOŞAR

EĞİTİMCİ
Yazarın Tüm Yazıları >

Bizde Bir Zamanların Kadın Hikâyeleri

A+A-

*Sekiz çocuğa anneydi Raziye, son beşik Salim haricinde her bir evladından torun sahibiydi üstelik. Raziye’ye evlat ve torunları için ortak hitap Ana! Mahalleli de ‘Ana’ derdi: Raziye Ana!

 

Raziye'nin geçmişine gidecek olursak altı kardeşin ilkiydi. O da çocuktu ama çocukluk mümkün mü!? Baba, hayvancılık ve tarımla uğraşınca her iş annesi gibi Raziye’yi de bulurdu. Onun oyunu, eğlencesi ne olabilir; tabi ki koyun başı tutmak, ahır süpürmek, çobanlık yapmak, ev işlerine koşmak. Bir de ekin zamanı yapılması gereken diğer işler.

 

-Gel Raziye, git Raziye, koş Raziye! Neden bu gözündeki yaş Raziye?

 

Anasına, babasına, çağına doydu mu bilinmez; on dördüne gelince serpilmiş, on beşine ulaşınca kırkını az aşmış, mintanı kolalı, çizmesi cilalı Hasip’e nişanlanmıştı. On yedisinde telli duvaklı, komşu ilçeye gelin olmuştu Raziye.

 

Yaş farkı gönlüne taş koydu mu hiç söylemedi, söylenmedi Raziye; söylendiyse de kimse duymadı. Ama anlaşıldı ki kocası Hasip Efendi’yi gün geçtikçe, ay doldukça, yıl devirdikçe tanıdı, sevdi ve dahası çok saydı Raziye. Evet, saygısı daha çoktu.

 

Evliliğin birinci senesi dolunca ilk çocuğu Mehmet, üçüncü senesinde de Ali doğmuştu. Bu doğumlar ebelerle -kadın ara hekimlerle- yaptırılırdı. Doktor, hastane bulmak mümkün mü, nerde? 1940’lı yıllar işte. Çocuk doğar, Hasip Efendi sevinir, hükümete giderdi. Oradan kafa kâğıdını alır gelirdi. Raziye, her doğurduğu çocuğa nispet edilen kafa kâğıdını görünce çok mutlu olurdu. Okuma yazması yoktu ama hangisi Mehmet’in, Ali’nin veya sonradan doğan Müzeyyen’in iyi bilirdi. İnsan ve birey sayılmanın alameti bu kafa kağıtları çok sevindirirdi Raziye’yi.

 

- Hasip’ten olma, Raziye’den doğma gürbüz çocuklar maşallah, derdi. E kem gözden de korkardı.

 

Zamanla Raziye, Raziye Hanım; Hasip, Hasip Efendi oldu. Bir gün bir haber çalındı kulağına Raziye’nin, eşi Hasip Efendi’nin kendinden önceki yaşantısı ile ilgili bir şeyler fısıldamıştı konu komşu. Meğer çok evvelden bir evliliğinin olduğunu, ayrıldığını... Dünyası yıkıldı. Çünkü hiç duymamış, aklına gelmemiş, yani pek de ihtimal vermemişti. Hasip Efendi de eski yaşanmışlıkla ilgili Raziye’nin kafasını bulandıracak, yüreğini ezecek, mazide kalmış olan bu tuhaf öyküyü paylaşmamıştı hiç. Başka bir ilden- ta Manisa’dan- biri Ahlat’a gelip Hasip Efendi’yi soruşturunca mevzu açığa çıkmıştı. Kapağı kapalı, sayfası yırtık bir durum da olsa Hasip Efendi’nin ve Raziye’nin yüzüne gaipten bir şamar gibi inmişti bu geçmişten gelen karaltı.

 

Hasip Efendi, mahcup bir şekilde yüreğine dağ devrilen durumu uzatmadan anlattı Raziye’ye. Ermeni mezaliminden sebeple muhaceretten dolayı anasız babasız olarak, tanışlarla Manisa’ya kadar gittiğini, orada sahip çıkıldığını, evlendirildiğini kem kümle anlattı evvela. 25 yılının Manisa’da geçtiğini, memleket özleminden ve göç esnasında kaybettiği kardeşi Şerif’e ulaşmak ümidinin yeşermesinden dolayı Ahlat’ s geldiğini söyleyiverdi. Manisa’daki eşi, “Ben gelmem, sen de gitme; gidersen dönme, kabul etmem.” deyince dayanamayıp Ahlat’a geldiğini anlattı boynu bükük. Hani mücbir sebep ondan da çoluk çocuk da yok yani olmadığı ve yaşanılan son tatsız tartışmadan dolayı Manisa’ya dönemediğini karısına dili döndükçe izah etmeye çalıştı. Raziye’den daha önce anlatmadığı ve öncesinde söylemediği için de affını istedi. Lakin bu durum Raziye için büyük bir inhisar, hayal kırıklığıydı ve Raziye’nin zor sindireceği bir meseleydi.

 

Manisa’dan gelip Hasip Efendi’yi soruşturan bir önceki eşine, uzaktan Hasip Efendi’nin evini göstermişler. Yeniden evlendiğini, kendisine çocuk vermeyen Mevla’nın Hasip Efendi’ye iki çocuk nasip ettiğini öğrenivermiş. Dayanamayıp Manisa’ya götürmek için geldiği eşinin yeni bir yuvaya kavuştuğunu görünce derinden derine ağlayıp Van Gölü sebil olup sadrına aksa onu serinletemeyecek bir yangınla baş başa kalakalmış. “Ben bu yuvayı bozamam, çocuklarının dağına kar yağdırmam” deyip bir daha dönmemek üzere Ahlat’tan ayrılmıştı ilk eşi.

 

Raziye’nin Hasip Efendi’yle günleri kaldığı yerden devam etti. Herkes unuttu, Raziye de unutmuşluğa vurdu.

 

Bir iki yıl sonra oğulları Mehmet’ in okul çağı gelince Hasip Efendi, Mehmet’in okula kaydını yaptırırken oğlu annesinin adının “Hatice” olarak söylenildiğini duydu, garipseyerek. Raziye’ydi anası, Hatice de kimdi? Mehmet, babasına merakla:

 

-Baba, annemin adı Raziye değil mi?

-Raziye’dir oğlum.

-Sen neden Hatice dedin?

-Resmiyette adı Hatice’dir oğlum.

 

Mehmet buna bir anlam verememiş, kafası karışmıştı. Eve vardıklarında tatmin olmayan çocukça merakla annesine de sordu:

-Ana! Senin adın Raziye mi, Hatice mi?

- Raziye elbet, bu da nereden çıktı?

- Resmiyette adın Hatice imiş Ana.

-Yok oğlum benim adım resmiyette de Raziye, ben doğarken de Raziye yazdırmışlar ben babamdan biliyorum.

 

Haydaa! Hasip Efendi’nin izah etmesi gereken bir bilmece, müşkül bir mesele daha...

Hasip Efendi, hesap etmediği durumun altında ezile ezile, alnındaki teri lavdan katre indire indire, ciğerindeki harareti dindirmek için, şöyle yüklüce “off” çekti.

 

Bir önceki hanımının isminin Hatice olduğunu, resmi evliliğinin Hatice ismiyle kaydedildiğini hatta kendi kafa kâğıdı bildiği nüfus hüviyet cüzdanının bile Hatice ismiyle tanzim edildiğini öğrenmişti Raziye.

 

Şimdi Raziye'nin kendine ait kafa kâğıdı yok muydu?

 

Vardı da imam nikahında kafa kağıdının hükmü var mıydı?

 

Okumuşluğun yoksa kafa kâğıdın olsa ne, olmasa ne!?. Unutmuşluğa vurduğu yarası depreşti yeniden. Analığının nişanesi bebelerinin kafa kağıdında yoktu adı. “Hatice kim, Raziye kim?..”

 

Zekiye nerede, sadece dilde, görünce mutlu olduğu evlatlarının kafa kağıtlarında nerede? Yok!

 

Evlilik cüzdanında Raziye, o da yok!

 

Yuvayı kuran Raziye, çocukları doğuran analık eden Raziye!

 

Ama evrakta Hatice!

 

Bu Raziye için büyük ve yıkıcı haldi. İsimle, cisim bir değildi.

 

Yıllar su gibi akıp geçince Hasip Efendi artık yaşlanmış, mesleği olan aşçılığı yapamaz olmuşdu. İşlettiği lokantayı kapatmak zorunda kaldı. Aklının bir köşesinde Manisa’ya hep geri dönme hesabı vardı beki de ondandır mal, mülk hatta ev bile edinmemişti. Hasip Efendi’nin babasından kalan tarla, değirmen de vardı ya!.. O da ayrı bir hikâye 25 yıllık Ahlat’tan uzak kaldığı dönemde bir başkaları tarafından gasp edilmiş, bir yolu bulanarak kendi üzerlerine tapu ettirmişti. Mahkemeye baş vurmuş, hayatta kalan tek şahit duruşma günü ölmüştü.

 

Hasip Efendi, vücudunu saran ağrılar, böğrüne inen sancılar içinde 1964’ te sekiz çocuğunu yetim bırakarak vefat etti.

 

Raziye, Raziye Hanım olarak sekiz çocuğuyla dul kaldı. Kendi yarasını kendi bağladı, el kapısına avucunu uzatmadı. Aslında Raziye, çocukluğunu katık ettiği ailesi, varlıklı bir aileydi. Toprak ağasıydı. Şanlı Süleyman Ağa’nın torunuydu. Hangi hukuku esas tutsan ona da bir pay düşmesi lazımdı. Raziye’nin evlat ve torunlarına iki göz dam yaptıracak imkân da vardı, haklarına düşecek miras da.

 

Ama yok, hak da insaf da merhamet de yok! Şanları var, cana yürür kanları yok!

 

Raziye Hanım, Raziye Ana olarak evlatlarını başına topladı. Birlik oldukça dirliğin olacağını birkaç cümle ile ifade ettikten sonra can alıcı bir cümle kullandı:

 

-Babanız bu memleketin şerefli bir insanıydı, izzeti ile yaşadı izzeti ile öldü. Onun lokantası garip gurabaya aş evi, hanesi de yolda kalmışa misafirhaneydi. Ne yapın ne edin babanıza sövdürmeyin! Sövdürecek hal üzere olmayın.

 

Babalarını sövdürmedi evlatları, helalinden ne iş bulsalar çalıştılar. Tencerenin içi boş olsa da bazen su doldurup kaynattılar. Kimselere el açmadılar.

 

Raziye Ana, kızlarını evlendirdi. Erkekler okudular. Altısı da devlet memuru oldu. Hep Ana nasihati üzere durdular. Babalarını sövdürmediler. Yanlış yola girmediler, aldanmadılar, aldatmadılar. Kursaktan geçen her lokmanın helal olması için mücadele ettiler.

 

Zamanın kime acıdığı görüldü ki Raziye Ana’ya da acısın. O da yaşlandı, hastalandı. Bir kaşık çorba, bir yudum su boğazdan geçmiyordu. Vadesinin dolduğunu anlamıştı, teslim etmeyi bekliyordu. O gün yanında kaldığı oğlu, postaneden emekli Ali’nin kızı Melike’nin düğünü vardı. Melike, gelin gidecekti. Düğünün, gelin alımının ertelenmesini istediler ama Raziye Ana müsaade etmedi,

 

-Gelip götürsünler ve siz kimselere sezdirmeyin.

 

Melike, gelinlik içinde evden ayrılırken Raziye Ana da can emanetini teslim etti ve beyaz kefenle asıl menzile yol tuttu. Bir yanda düğün, diğer yanda ölüm…

 

Raziye vefat etti, Hatice diye ölüm belgesi verildi.

 

Oysa resmiyetteki Raziye, Sarıbozalar ailesinin bekâr kızı olarak kayıttan düşmeyi bekliyor.

 

Asıl Hatice mi? O nerede, nasıl, ne, kim diye kayıttan düşürüldü bilinmiyor.

 

*Öyküdür

 

Hatice' ye Raziye gibi daha nicelerine bin rahmet olsun.

Bu yazı toplam 856 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
3 Yorum