Yıktık Babamızın Evini
Bu yazım çocuklara, büyükler masal dinlemez.
Adilcevaz’da bilinen bir ailenin büyüğü Hacca gidecekmiş. O zaman Hac vazifesi meşakkatli ve gidip gelmek at üstünde katır eşliğinde aylarca sürermiş. En az altı ay diyordu eskiler. Giden Hacımız, evin büyük oğluna bir yıllık tedariki, yapılacak işleri tek tek söyleyerek, gereğini tembih etmiş. Hacı, Adilcevaz’ın önde geleni, misafirlerini ağırladığı divanı (eyvan da olabilir) olan bir ileri gelenmiş. Herkesin divanı/ eyvanı da olmazmış. Neyse işler, yapılacak olanlar ev, bark emaneten teslim edilir amma divan da, divan sahibinin özeliymiş. Helallikler alınır, yolcu menziline uğurlanır.
Aylar geçer tabi, Hacımızın evladına kalır işler, geleni gideni olur. Eşi, dostu gider gelir. Babasının divanına oturur önce, sonra kâfi gelmez daha genişini ve ferahını yapar.
Gün gelir çatar, Hacı evine kavuşur. Ne gördü ne geçirdi bu fasıldan sonra bakar ki divanı yok, eyvanı değişmiş. Çok kırılmış Hacımız, divanla birlikte tüm yaşanmışlıkları, otoritesi, mirası, aklının kalbinin tahtı sarsılmış. Ölmeden hele divan üstüne divan kurulması çok ağır gelmiş. Bir kalbur altını varmış miras ayırdığı, kızmış oğluna evinin duvarına saklayıp sıvamış ve dememiş yerini. Ömür vefa etmediğinde emri hak vaki olduktan sonra aramışlar altını amma ev yıkılmış, altın kaybolmuş ancak ele geçen, yürekteki pişmanlık olmuş. Gel gör bki asıl zayi edilenin ne olduğunun farkına varılmamış.
Eskiyi silerek yapılan bir divanın Hacı Amcamıza verdiği ızdırap ve kızgınlığı her yıkılan bir baba evini gördüğümde anlamaya çalışırım.
Adilcevaz da bizim koca bir evimiz… Bir zamanlar eyvanları, divanları olan evimiz… Ne yaşanmışlıklar, ne çileler ne bedellerle bizlere kaldı. Tüm küfletin yıkanmak için yeterli olan çolu, üç beş hanımın gelin olduğu çüt göz damları, kocamışların ömrünü serdiği ve bitmez bir hasretle izlediği keranları, teberik diye ellenmeyen dutlu avluları vardı.
Gazel için kavgalar edildiği, dallarında nehre çalkalandığı, su içmek için yüzükoyun çocukların eğildiği arkları olan bahçeler...
Resim: M.Sena YILDIZ
Doğan her bir çocuk için ömrüne bereket fidan dikilirdi. İsmi Nazlı, Sarıkız, Benek olan Karadere’den süzülen hayvanlar, Değirmenci Veli Dayının çuvallara sığdırdığı bereket vardı.
Toprak damın üstünden dıgırlanan loğlar, yağmurun coşkusuna ev sahibi şoratanlar artık Nazım Hocanın şiirlerinde kaldı.