Ölmeden Önce Ölmek
Ne güzelde söylemiş kainatın efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) “Ölmeden önce ölünüz.”
Çok anlamlı; akıl ve duygu sahibi olan herkesin yaşamında içselleştirilmesi gereken bir hadis. Ama ölüm modern çağın insanının yaşamının neresinde? Ölümün anlamı ve varlığı mezarlıkta ya da cenaze törenlerinde yakılan ağıtların içimizi biraz burktuğu anın dışında maalesef ölüm aklımızın ucundan bile geçmiyor. O kadar dünyevileşmişiz ki, ölüm en yakınımıza bile geldiğinde sıranın bana gelmez duygusunun anlamsızlığı ve ciddiyetsizliği içimizde o kadar yer etmiş ki günlük yaşamımızda, alışverişimizde, akrabalık, kardeşlik, komşuluk ilişkilerimizde bunun tasavvurunu göremiyoruz.
O kadar şüpheci olduk ki birbirimize güvenimiz kalmadı. Dünya malı kaygısı ve endişesi kendimizi, çevremizi ve yaradanımızla olan ilişkimizi o kadar yaraladı ki, hayatı farkında olmadan bilinçsizce ve her anını kaygılı yaşıyoruz. Modern çağın insanının yaşlanmama endişesi, yaşlıların ben hala 18 yaşındayım telaşı, yaşamı ıskaladıklarını göstermiyor mu?
Birbirimize olan şüphelerimizin sebebi ne olabilir ki değerli okurlar? Yaşamın kaygısına o kadar dalmışız ki fakirimiz de zenginimiz de (gözü aç olanlar) her zaman aç kalmama endişesi taşıyor. Rabbimize olan şükrü unutunca birbirimize hükmetme ve ölümsüzleşme duygularımız gelişti. Dünyaya gelişimizin ve varlık sebebimizin anlamı unutuldu. Acaba kaçımız kendisiyle yüzleşebiliyor? Neden duygularımızı bastırmak için hayatımızın özüyle yüzleşmeyi erteliyoruz? Neden yalnız kalmayı beceremiyoruz?
Mesela bir akşam elektriğimiz gittiğinde zamanın geçmediğinden şikayet ederiz ve ertesi gün karanlıkta kalma telaşı gözlerimizde ve yüzümüzde endişe oluşturur. Modern çağın temel ihtiyaçları haline gelen televizyon, bilgisayar, spor (futbol), vb. zamanımızın çoğunu bunlarla meşgul ederek, kalbimizin derinliklerindeki çığlığımızın sesini bastırmıyor muyuz?
Solo şarkısı gibi tutturmuşuz aynı nakaratları. Biraz farklı olmaya çalışan insanımıza ne gerek var, bu kadar okumaya ne gerek var, genç yaşta namaz kılmaya ne gerek var soruları hayatımıza yanlış yön vermemizi etkilemiyor mu sizce?
Evet, ölenle ölünmez algısı doğarken tek gerçeğimiz olan ölümü unutturmadı mı? Dünya malının endişesi ve telaşının omuzlarımıza yüklediği ağırlığın, hayata içten tebessümle insanlara barışık bakabilmeyi becermemizi etkilemiyor mu sizce?
Yaşamımızda yarış yapma, mevki-makam kompleksi hükmetme endişesi taşımamalıyız. Hangimiz ölümü tatmayacağız? Nedir bu çekemezlik, kıskançlık, nefret duygusu; maalesef gururumuz, kibrimiz aklımıza ve duygularımıza o kadar hükmetmiş ki mütevaziliği bile unuttuk. Evet hayat iyilik ve kötülüğün mücadelesidir. Duygularımızda, iyilik olmazsa kötülük, güzellik olmazsa çirkinlik olacak. Kimimizin duyguları Habil (iyi) olacak kimilerimizin duygusu kabil (kötü) olacak. Ama sanki kabil yanımız fazla mı gelişti ne?
Kutsal kitabından( Kuran dan ) ve Peygamberinden uzaklaştırılmış bu ümmetin evlatları ne hale geldik? Neden böyle olduk? Hangi mesele, inanç, duygu ve akıl, Erciş'in Çelebibağı kasabasındaki bir anne ve 4 çocuğunu hunharca öldürme vahşetini yapar? Televizyonlarda her gün izlediğimiz vahşet, tecavüz, gasp ve şiddet olaylarına şahit oluyoruz. Hergün Anadolu dan büyük kentlere evinden sanatçı yada artist olmak için kaçan Fatma’larımız, Ayşe’lerimiz kötü insanların iğrenç amellerine alet olmuyorlar mı? Hangi Müslümanlık duygusu ve algısıdır bu?
Gerçekten ölmeden önce ölünüz hadis-i şerifi yaşantımızda içselleştirmiş olup yaşamış olsaydık, bu kötülüklere bu kadar yoğun bir şekilde şahit olamazdık herhalde. Ne güzel söylemiş bilge adam: Ölümle yüzleşmeden, gözlerinin ta içine bakmadan yaşanan bir hayat neye yarar.
YAZIYA YORUM KAT