1. YAZARLAR

  2. Dr. Muhsin DEMİREL

  3. Hadisler Vahiydir, Beşeri Bilgi Değildir
Dr. Muhsin DEMİREL

Dr. Muhsin DEMİREL

MÜFTÜ
Yazarın Tüm Yazıları >

Hadisler Vahiydir, Beşeri Bilgi Değildir

A+A-

Burada hadisten maksadımız özellikle Resûlullah (s.a.v.)’ın sözleridir. Çünkü hadis geniş manasıyla hem Resûlullah (s.a.v.)’ın hem de sahabenin söz ve uygulamalarına şamildir. Sahabenin söz ve uygulamaları vahiy olmadığından genel anlamda hadis vahidir, denildiği zaman yanlış olur ve yanlış anlaşılabilir.

Bilgi, biri vehbi, diğeri de kesbi olmak üzere iki kısımdır. Kesbi bilgi insanın eğitim ve ders almak, kitap okumak, deneme yapmak, panel ve konferansa katılmak, televizyon programlarını seyretmek ve kültürel etkinliklere iştirak etmek gibi vasıtalardan aldığı ve edindiği bilgidir.

Vehbi bilgi ise Cenâb-ı Allah’ın kullarına vahiy veya ilham yoluyla bildirdiği bilgidir. Vahiy peygamberlere hastır. Peygamberler dışındaki bir insanın melek vasıtasıyla bilgi alma imkânı yoktur. İlham yoluyla bilgi almak peygamberler dışındaki insanlar için de mümkündür ve vakidir. Her insanın ilham alması mümkün olmakla birlikte hassaten ihlaslı ve temiz insanlar daha fazla ilham alırlar. “Ey iman edenler, şayet Allah’tan sakınırsanız size Furkan verecektir…” (Enfal, 8/29) anlamındaki âyeti kerimesinden insanın ilham almasının mümkün olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

Peygamberlerin bilgisinin Cenâb-ı Allah tarafından verildiğine dair birçok âyeti kerime bulunmakla birlikte, birçok hadis de Hz. Peygamber’in bilgisinin beşeri bilgi olmadığına delalet etmektedir. Bu âyet ve hadisleri aktarmadan önce konuyla ilgili aydınlatıcı kısaca bilgi vermekte yarar vardır. Bilindiği üzere Hz. Peygamber Mekke’de doğup büyümüştü. Doğduğu sırada Mekke’de eğitim kurumları olan medrese veya okul yoktu. Mekke halkından sadece bazı kişilerin okuma yazma bildiği tarih kitaplarında anlatılmaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamber herhangi bir eğitim almamıştı, okuma yazma bilmiyordu ve ümmi idi. Bununla birlikte elinde hem lafzı hem de manasıyla mucize olan, şimdiye dek benzeri kimse tarafından getirilemeyen, kıyamete dek de getirilmesi mümkün olmayan bir kitap yani Kur'ân-i Kerîm vardı.

Ayrıca onun söylediği, kendisine ait binlerce hadisi yani sözleri bulunmaktadır. Hadis kaynaklarında toplam 40 bin civarında hadis mevcuttur. Bu hadislerin bir kısmının lafzı, ashâbı kiram veya tâbiînlere aittir. Bir kısmı mükerrerdir, diğer bir kısmı ise hem lafzı hem de manası ile Resûlullah (s.a.v.)’a aittir. Bu hadislerin sosyal veya ahlaki konularla ilgili olan çok az bir kısmı beşerin sözlerine benzese de büyük bir kısmı insanların sözlerinden çok farklıdır. Bu nedenle eğitim almayıp ümmi olan Hz. Peygamber’in bu hadisleri kendi kafasından veya içinde doğup büyüdüğü kavminin kültürüne dayanarak söylemiş olması imkân haricidir. Şayet böyle bir şey mümkün olsaydı şimdiye kadar dünyanın farklı bölgelerinde ve farklı zamanlarda yaşayan yüzlerce hatta binlerce insanın Hz. Peygamber gibi hadislerinin olması gerekiyordu. Oysa tarih boyunca böyle bir insan yetişmemiştir.

Bilim, teknik ve teknolojinin geliştiği, neredeyse dünyanın her şehrinde büyük üniversitelerin kurulduğu, farklı bilim dallarında yüzbinlerce ilim insanının yetiştiği son 20 ve 21. asırlarda bile insanların sözlerinden farklı ve kendisine ait yüzlerce sözü (hadisi) olan bir insan söz konusu değildir. Bu durum, Hz. Peygamber’in hadisleri kendi kafasından söylemediği, aksine bunların Cenâb-ı Allah tarafından kendisine bildirildiğinin apaçık delillerinden biridir.

Keza hadisler akıl ile bilinmesi mümkün olmayan birçok konuda bilgi vermektedir. Cenâb-ı Allah’ın zat ve sıfatlarından haber veren, ahiretten haber veren, amellerin uhrevî cezasından veya sevabından haber veren, eski ümmetlerden ve eski peygamberlerden haber veren, istikbalden/gelecekten haber veren hadislerin içerdiği konuları akıl ile bilmek imkân haricidir. Bu da hadislerin Cenâb-ı Allah tarafından Hz. Peygamber’e bildirildiğini, hadislerin beşeri bilgi olmayıp vahiy olduğunu gösteren en önemli delillerden biridir.

Cenâb-ı Allah, ya ilham yoluyla veya vahiy göndermek suretiyle hadisleri Hz. Peygamber’e bildirmiştir. Hadisler Cenâb-ı Allah tarafından Hz. Peygamber’e bildirildiğinden dolayı beşeri bilgi değil, vahiydir. Kur'ân-i Kerîm de vahiy olduğundan İslâm uleması vahyi iki kısma ayırmaktadır. Biri dini ahkâm ve diğer birçok konuda bilgi kaynağı olmakla birlikte tilaveti ibadet olan Kur'ân-i Kerîm, diğeri de sadece bilgi kaynağı olup okunması ibadet sayılmayan Resûlullah (s.a.v.)’ın hadisleridir. Kur'ân-i Kerîm’e okunan anlamına gelen vahyi metlü, hadise okunmayan anlamına gelen vahyi gayri metlü denilmektedir.

Hz. Peygamber ile diğer peygamberlerin bilgisinin Cenâb-ı Allah tarafından kendilerine bildirildiğine dair birçok âyeti kerime bulunmaktadır. Konuyla ilgili bu âyetlerin bir kısmında “hüküm”, bir kısmında “hikmet”, bir âyeti kerimede “iman” kavramı kullanılmıştır. Diğer bazı âyetlerde ise “kendisine bildirdiğimizden dolayı” cümlesi kullanılmaktadır. Bu âyetlerin tamamı, kendi kitaplarına ilaveten Cenâb-ı Allah tarafından ayrıca peygamberlere vahiy veya ilham yoluyla bilgi verildiğini açıkça ifade etmektedir. Konunun daha net bir şekilde ortaya çıkması için bu âyetlerin bir kısmını kısa açıklamalarıyla birlikte aktarmaya çalışacağız:

“…Allah, kitabı ve hikmeti sana indirmiş ve bilmediğini sana bildirmiştir…” (Nisa,4/113) Bu âyet doğrudan Hz. Peygamber’e hitap etmektedir. Âyette ifade edilen kitaptan maksat Kur'ân-i Kerîm, “hikmetten” maksat ise sünnet yani hadistir. (İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur'âni’l-Azim, s. 532; Nesefî, Medarikü’t-Tenzil, I, s. 364.)

“O zamanı hatırla ki Allah peygamberlerden (şöyle misak almıştı): Size kitap ve hikmet verdiğimden dolayı (sizden) sonra yanınızdakini tasdik eden bir Resul gelince ona iman eder ve onu desteklersiniz…” (Al-i İmran, 3/81). Bu âyette Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber’den önce gelip geçmiş olan peygamberlere kitap ve hikmet verdiğini söylemektedir. Kitap her peygambere verilen kendi kitabıdır. Hikmet ise bu kitaba ilaveten verilen bilgidir. Bu da peygamberlerin bilgisinin beşeri bilgi olmadığına delalet etmektedir.

 “İşte bunlar o kimselerdir ki kendilerine kitap, hüküm ve nübüvvet verdik…” (En’am, 6/89)

Bu âyetten önce 18 peygamberin ismi zikredilmiş, daha sonra bu âyette kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verildiği ifade edilmiştir. Buradaki hüküm kavramı hikmet, peygamberlerin şeriatı, kitabı anlamak veya Allah’ın dininde fakıh (bilgi sahibi) olmak şeklinde tefsir edilmiştir. (Ebû Hayyan, el-Bahrü’l-Muhît, III, s. 179.) Her halü karda bu âyet Cenâb-ı Allah tarafından peygamberlere bilgi verildiğini ifade etmektedir.

“(Yusuf) kuvvetli (gençlik) dönemine ulaşınca ona hüküm ve ilim verdik…” (Yusuf, 12/22.)

Bu âyet Hz. Yusuf hakkındadır ve Allah tarafından kendisine hem hüküm/hikmet hem de ilim verildiğini sarih bir ifadeyle beyan etmektedir.

“…Zira o, kendisine bildirdiğimizden dolayı bir ilim sahibidir, ancak insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusuf, 12/68.)

“(Yakub) dedi ki: Size demedim mi? Ben Allah’ın (işleri) konusunda sizin bilmediğinizi bilirim.” (Yusuf, 12/96.)

Bu iki âyet Hz. Yusuf’un babası Hz. Yakup hakkında olup birinci âyet doğrudan, ikinci âyet dolaylı olarak Cenâb-ı Allah tarafından kendisine bilgi verildiğini ifade etmektedir.

“…Rabbim bana hüküm verdi ve beni resüllerden (nebilerden) kıldı.” (Şuara, 26/21)

Bu âyet Hz. Musa hakkında olup Cenâb-ı Allah tarafından ona hüküm yani hikmet verildiğini ifade etmektedir.

“Ant olsun ki biz Dâvûd’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar, bizi mümin kullarının çoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun, dediler. Süleyman Dâvûd’a varis oldu ve şöyle dedi: Ey insanlar, bize kuşdili öğretilmiş ve bize her şey verilmiştir. Şüphesiz bu, büyük bir üstünlüktür.” (Neml, 27/15-16.)

Bu iki âyet Hz. Dâvûd ile Hz. Süleyman’a hem ilim verildiğini hem de kendilerine kuşların dili öğretildiğini açıkça ifade etmektedir.

“Biz bu şekilde sana kendi emrimizden ruhu vahiy ettik. Sen (daha önce) kitap ve imanın ne olduğunu bilmiyordun. Ancak biz imanı nur kıldık, onunla kullarımızdan dilediğimizi hidayet ederiz. Şüphesiz sen (insanları) doğru yola hidayet edersin.” (Şura, 42/52.)

Bu âyeti kerimede Hz. Peygamber’e gönderilen vahye yani Kur'ân-i Kerîm’e ruh denilmiştir. Nedeni şirk ve cehaletin vahiy ile hayat bulmasıdır. Bu âyette zikredilen iman kavramı farklı anlamlarda tefsir edilmiştir. Bu tefsirlerden birine göre burada iman kavramından maksat farzlar ve dinî ahkâmdır. İman kavramı Bakara 143. âyetinde de namaz anlamında kullanılmıştır. (Ebû Hayyan, el-Bahrü’l-Muhît, VII s. 504.) Bu tefsire göre bu âyet dinî ahkâmın Cenâb-ı Allah tarafından Hz. Peygamber’e bildirildiğini ifade etmektedir. Zaten Cenâb-ı Allah bildirmeseydi Hz. Peygamber bu kadar ahkâmı nasıl açıklardı ve bu kadar hadisleri nasıl söylerdi. Bu anlamda başka âyetler de vardır.

Âyetler peygamberlere Cenâb-ı Allah tarafından bilgi verildiğini beyan ettiği gibi, Resûlullah (s.a.v.) da bir hadisi şerifinde kendisine Cenâb-ı Allah tarafından bilgi verildiğini açıkça ifade etmektedir. Mikdâm b. Ma’dikerib’in rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Haberiniz olsun! Bana hem kitap, hem de onun kadar bilgi verildi. Bilmiş olasınız ki yakında karnı tok bir adam koltuğuna yaslandığı halde şöyle der: ‘Kur’ân’a uymanız gerekir. Kur’ân’da helal bulduğunuz şeyi helal, haram bulduğunuz şeyi de haram kabul edin.’ Biliniz ki size evcil eşek ve azı dişi olan yırtıcı hayvanlar helal değildir.” (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 5.)

Hadislerin Cenâb-ı Allah tarafından Hz. Peygamber’e bildirildiğinin önemli bir delili de hadislerin akıl ile bilinmesi imkân harici olan birçok konuyu içermesidir. Bu konulardan biri de istikbalden haber vermektir. Bu konuyla ilgili birçok hadis rivayeti bulunmaktadır. Biz bu hadislerden örnek olarak iki hadis zikredip bununla iktifa edeceğiz.

1. “Fırat nehrinde altından bir dağ ortaya çıkmadığı sürece kıyamet kopmaz. İnsanlar bu altın için savaşırlar ve her yüz kişiden doksan dokuz kişi öldürülür. Onlardan her adam umulur ki kurtulan ben olurum diye düşünür.” (Müslim, “Fiten ve Eşrâtu’s-Saati”, 8.)

Bu hadis istikbalden haber vermektedir. Bu hadise göre Fırat nehri yatağında büyük altın yatakları mevcuttur, bunlar bir zaman keşfedilecek ve ülkeler bu altın yatakları için birbiriyle savaşacaklardır. Hakikaten de ABD’nin 2003’te uzaydan yaptığı bir keşifte Fırat yatağında büyük altın madeni olduğu tespit edilmiştir. Muhtemelen yakın bir zamanda bu altın madeni için büyük bir savaş patlak verecektir. Bu savaş çıktığı zaman Müslümanların bundan uzak durması lazımdır. Zira Hz. Peygamber, bu savaşa katılmamayı ümmetine şöyle tavsiye etmektedir: “Kim bunda hazır bulunursa bundan bir şey almasın.” (Müslim, “Fiten ve Eşrâtu’s-Saati”, 8.)

2. “Muhakkak ki Kustantiniyye (İstanbul) fethedilecektir. Onu fetheden emir (komutan) ne güzel emir! Onu fetheden ordu ne güzel ordudur!” (İbn Hanbel, Müsned, IV, s. 335.)

Bu hadis İstanbul’un fethinden haber vermektedir. Resûlullah (s.a.v.)’ın bu sözünü söylemesiyle İstanbul’un 1453 tarihinde fethedilmesi arasında 800 yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Bilim insanları, sosyologlar, istihbaratçılar ve siyasi gözlemciler, birtakım verilerden yola çıkarak yirmi otuz yıllık belki de kırk elli yıllık bazı tahminlerde bulunabilir, ancak peygamber olmayan bir insanın asırlar sonra meydana gelecek olan muayyen bir hadiseden haber vermesi imkânsızdır. Dolayısıyla bu gibi hadisler, Hz. Peygamber’in bu bilgileri Cenâb-ı Allah tarafından aldığının çok açık ve net bir delilidir. Bu da hadislerin kafadan söylenen beşeri bilgi olmadığını açık ve net bir şekilde göstermektedir.

Bu yazı toplam 724 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
1 Yorum