14 Şubat Sevgililer Günü!
14 Şubat ve günlerden bir gün. Sevgililerin birbirini sevindirme günüymüş! Bilmiyordum ve anlatmamıştı, profesörler, doçentler… Gazetelerde yazıyordu işte ve sonra televizyonlarda renkli manzaralar eşliğinde, birileri birilerine -benim anlamakta zorluk çektiğim- ulu şeylerden(!) bir şeyler söylüyordu. 'Tanrı' insanlara merhamet etmiş, tepedekilerden uzakta bir gün yaşatmak istemişti. Bu yüzden tatildi ve iş-aş derdi bir günlükte olsa bertaraf edilmişti hayattan.
Meğerse bugün sevgililerin günüymüş. Ötekilerin günü ayrı! Bugün, sadece sevgililerin günü. Bu günü kim, nasıl, ne şekilde onlara armağan etmiş! Bilmiyorum ama bu gün onların günü.
Çekilin dostlar, sahnelerde sadece sevgililer kalmalı ve birbirinin kulaklarına kimi doğru, çoğu yalan sevgilerini ilan etmeliler. Fısıldaşmalılar; ‘Aşkım ben seni çok seviyorum.’ diye… (Evet, ben seni çok seviyorum ama yatağımı bir başkasıyla paylaşmamın da bir sakıncası yok değil mi aşkım? Çünkü paylaşmak çok güzel bir şey! Ve benim zaten kötü bir niyetim yoktu. Sadece yatacak yeri yoktu ve ben yatağımı paylaşmak zorunda kalmıştım. Hem “TANRI” iyilik etmekten yana idi ve paylaşmayı O emrediyordu! Ben de paylaşmıştım. Anlıyorsun beni değil mi aşkım? Evet, seni anlıyorum ve bu halini de çok seviyorum aşkım…)
Bırakınız bu günü! Yaşasınlar. Zira sadece bu gün! Evet, sadece bu gün. Başka yok. Saatler, günler, hatta yıllar çuvala girecek bu saatten sonra.
‘Her taraf saçmalık’ diye hayıflanıyor, bir deli şair. Doğrusu bu gün başka bir saçmalık olmalıydı dostum. Zira masumca bir kendini kandırma ve eğlenmek için ya da sevgiliyi kandırıp yatağa atmak için güzel bir bahaneydi. Hem çoğu kimse bu bahaneyi gerçekten çok sevmişti. Çünkü çok işe yarıyordu ve bir şekilde inansa da; inanmasa da, inanmak istiyordu. Belki inancında böyle bir saçmalığa yer yoktu ama olsa fena olmayacaktı doğrusu! (ülkenin imamları inanç işin içine girdiği halde kendisi işin içine müdahil olamayacaktı. Çünkü laikti ve maaşından olamazdı. Hem söylese de böyle bir saçmalığın doğru olmadığını, kimsenin onu takacağı yoktu. O da biliyordu ve bu yüzden susmak en güzeliydi. Ve ülkenin kurtarıcıları; çocuklarımızın öğretmenleri arasında bile; ‘bak sevgilim bana kırmızı güller göndermiş, senin ki sana ne göndermiş?’ diye konuşuluyordu. Zira çok önemliydi ve konuşulması gerekiyordu bu konun… Hem rezil olmak vardı! Ya sevgilisi bir odunsa, ya akıl edip bir gül bile gönderememişse! Eyvah ki ne eyvah! (Sanırım sevgilim olsaydı o da bana ‘odun’ diyecekti.)
Bu günden sonra daha doğrusu ertesi sabah, bir ya da bin çocuk dünyaya gelir miydi? Bilmiyorum ama herhalde tohumlar-tomurcuklar saçılırdı bahçelere. Gazeteler yazacak başka bir konu bulurdu ama “Tanrılar” bu günü transit geçmezlerdi elbet ve bu günün hatırına yağmurlar yağdırırlardı herhalde. Bu sayede filizlenirdi tohumlar-tomurcuklar ve sonra sokak ordusuna eleman ihtiyacı bu vesileyle-zahmetsiz bir şekilde- karşılanırdı. Ahengi bozulmuş tabiatın, kendisince böyle bir dengesi vardı işte…
Not: yıllar önce yazdığım bu yazıyı her yıl paylaşma ihtiyacı duyuyorum nedense. Yazıdaki "Tanrı" ifadesi haşa Allah cc anlamında değil, insanların kendi uydurdukları "put" veya kavram olarak kullanılmıştır. Yanlış anlam çıkarılmaması için böyle bir açıklama gereği duyuyorum. Sevgi ve Saygılarımla.
YAZIYA YORUM KAT