1. YAZARLAR

  2. Prof. Dr. Zeki TAN

  3. Yitirdiğimiz Sosyal Sermaye; Güven
Prof. Dr. Zeki TAN

Prof. Dr. Zeki TAN

ÖĞRETİM ÜYESİ
Yazarın Tüm Yazıları >

Yitirdiğimiz Sosyal Sermaye; Güven

A+A-

Bir imtihan vesilesiyle gittiğim üniversite merkezi derslik binasının girişinde, imtihan için bekleyen bir eczacı hanımla konuşurken, söz güvenilir insan azlığına geldi ve orada demirledi. Çünkü bazen sözü söylemeye başlarsınız fakat nereye varacağını kestiremezsiniz. Benim de öyle oldu. Meğerse hanım efendinin yarasına tuz basmışız. Eczanesinde her türlü derdin dermanı varken, kendi derdine derman arıyordu. Belki bu hocanın “dükkânında” derdime derman vardır temennisiyle hemen söze girip “Hocam! Eczacıyım, maddi durumum çok iyidir. Parayı ne yapacağımı bilemiyorum. Fakat evlenmek için etrafıma baktığımda “hayat yolculuğuna beraber çıkıp beni yarı yolda bırakmayacak,  güvenilir bir insan” bulamıyorum. Evet, güvenilir bir insan bulamıyorum” sözü ruhuma inen sert bir kırbaç gibiydi. Yıllar geçmesine rağmen beynimin kıvrımları arasında dondu ve çakılı kaldı. Yaşayarak öğrendiğim “Güvenilir bir insan bulamıyorum” sözünü yabana atmak kolay değildi. Çünkü yıllardır kürsülerde insanlara bol soslu “imanınız sizi güvenilir yapar”  vaazları veriyordum. Farklı bağlam için de söylese Rıza Tevfik’in dediği gibi “…Divane sen değil, meğer bizmişiz. Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.”   

Âdeta eski doğu masalları gibi anlatısını uzattıkça uzatmak isteyen eczacı Hanımefendi dokunsanız ağlayacak tahassürüyle/yana yakıla hüzünle damıtılmış sözlerine ben sadece mahçup ve izaha muhtaç biraz da hastalığa çözüm üretemeyen “doktorun çaresizliği” içinde kem küm etmeden hanımefendinin yüzüne bakakaldım. Şâir’in dediği gibi “Çarenin içinde çaresiz kaldım. Kırıldı tuttuğum dallarım benim.” Görünen köy kılavuz istemez. Adamakıllı evlilik “güven” üzerine kurulur. Güvenmediğiniz insanla aynı yastığa başınızı koymazsınız. Koysanız da yürümez. Güven betonarma binadaki çimento gibidir. Eğer bugün kazanmamız gereken bir şey varsa o da güvenilir olmaktır. Çünkü güvenilir olmanın açmayacağı kapı, çözmeyeceği problem yoktur. Keşke ilaç tabletini yapabilsek!

Anadolu’daki illerimizin birisinde kız istemeye gidenlerden damat adayına ait herhangi bir suça bulaşmadığına ait “Adli Sicil Kaydı” belgesi, uyuşturucu madde bağımlısı olmadığına dair de “Madde Bağımlılık Raporu” getirmesi istenmiş. Bunun dışında başka aklî dengesinin yerinde olup olmadığına dair “Psikolog Raporu” veya başka raporlar da devreye girebilir.

Güvenin “dip yaptığı” Celaluddin er-Rûmî’nin ifadesiyle “Dışı İdris içi İblis” olanlar çoğaldıkça farklı tedbirler almak zorunda kalıyor insanlar. Nazlı anlamında “El bebek gül bebek” büyütülen kızların sadist, psikopat, kaba, hoyrat, Alev Alatlı’nın paçoz dediği tiplerle evlilikleri daha başlamadan problem olabiliyor. Hz. Peygamber “İnsanlar bir araya gelmiş yüz deve gibidirler. İnsan, onlardan işe yarayacak kaliteli bir tane bile bulamayabilir.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 232) dediği gibi sokağa çıkıp binlerce insanın içinden arkadaşlığa, komşuluğa, ticarî ortaklığa veyahut evliliğe uygun dürüst ve kaliteli bir tane bulmak zordur.

Yıllar önce (1990)’larda vaaz hazırlarken şöyle bir metin görmüştüm. Bazıları hadis diye de naklediyorlar. Sahih kaynağını bulamadım. Metin şöyleydi: “Öyle bir zaman gelecek ki binlerce insan içinde güvenilir bir insan parmakla gösterilecek tıpkı siyah bir koyunun üzerindeki beyaz leke gibi herkes tarafından görülebilecek ve hayretle karşılaşılanacaktır.” Bu metni gördüğümde hayret etmiş ve cami cemaatine aktardığımda onlar da hayretlerini dile getirmişlerdi. Hatta bazıları hüzünle karışık “Hocam! İnşaallah böyle bir zamanda yaşamayız” demişlerdi. Şimdi bazı mahfil ve mecralarda metni okuduğumda dinleyenler “bu metin tam da bu zamanı anlatıyor” diyorlar. Tıpkı yukarıda eczacı hanımefendinin teessüfü gibi…

Ne yazık ki Müslüman ülkelerdeki % 100, %99 gibi rakamsal, sözlü ve şekilsel iman oranlarının tavan yapmasına rağmen imanın bireylerde karaktere dönüşmemesinin izahı zordur. İnancımız amele dönüşmüyor. Sadece sözde kalan bir inanç muhatapta güven oluşturmuyor. Bunun farkında bile değiliz. Kur’ân münafıkların Hz. Peygamber için “Senin gerçekten Allah’ın Elçisi olduğuna tanıklık ederiz!” derler…” (Münafikun, 63/1) Allah ise onların, sözlerinin yalan olduğunu söyler. Hâlbuki doğru söylüyorlardı. Fakat söyledikleriyle fiilleri çelişiyor. Gereği yapılmayan her söz ve yerine getirilmeyen bir vaad çift kişilikli olmanın arızalı halidir. Hâlbuki inanç; kalp-söz ve amel bütünlüğüyle anlam ifade eder. Dostoyevski’nin dediği gibi: “İnsana en çok acı veren şey, söyledikleriyle söylemek istedikleri arasındaki uçurumdur.” Bunun için Kur’ân, inanç, söz ve eylem çelişkisinin aşılmasını ister. İnsanî değer retorikle değil, hayata dokunan aksiyonla anlamlı olur. 

Hz. Peygamber’in hem Peygamberlik misyonunda hem de Hz. Hatice ile evliliğinde ikincisi olmayan tek belirleyici özelliği “güvenilir” liğiydi. Hz. Musa’nın evliliğinde de Kur’ân bize O’nun ”güçlü ve güvenilir” (Kasas, 28/26) kişi olduğunu söyler. Hz. Yusuf için Kur’ân “kendisine güven duyulan biri” (Yûsuf, 12/54) olarak öne çıkarılır. Bizim Allah ile kulluk sözleşmemizde Allah’ın “el-Mü’min” (Haşr, 59/23) güvenilir, bizim de “Mü’min” oluşumuzun rolü yadsınamaz. Kur’ân kalkınmış ve yatırıma açık ideal şehir ve ülkelerin vasfının “Güvenilir” olduğunu anlatır. (Nahl, 16/112)  Bu saydıklarımızda “güven” vasfının zedelenmesinde bile kaos yaşanır. Ya güvenin dip yapıp yokluğunda! Bundan dolayı kendimizle yüzleşip yitirdiğimiz imanı/güveni yeniden inşa etmek zorundayız. Yoksa güvenilmeyen insanlar, güvensiz mahalle, sokak,  köy, şehir ve ülkeler anlamına gelir ki şâir’in dediği gibi “Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç…”

Güven Endeksi ve Mutluluk

Harvard Üniversitesi 1939 yılında başlayıp 85 yıl gibi uzun soluklu bir mutluluk araştırması yaptı. 2000’e yakın kişiden veriler toplandı. Araştırmada mutluluk faktörünü belirlemek yıllarca sürdü. Araştırmacılar araştırma boyunca yüzlerce hayat hikâyesi ve veriyi mercek altına aldı. Bu araştırmada insanları mutlu etmenin şifreleri arandı. İnsanların sahip oldukları meslekleri, banka hesapları, sağlık durumları, hayattaki başarıları, sayısız mülakat, hapishane verisi ve eğitim başarıları ve aldıkları diplomaları incelendi. Araştırma neticesinde mutluluğu yakalamanın yolu insanların başkalarıyla kurduğu güvene dayalı nitelikli sıkı ilişkide saklı olduğu ortaya çıktı. (Şirin, Selçuk, Bir Mutluluk Reçetesi, s. 167-169.) Güven, güven…

Güvenlik konusu evrensel bağlamda ilişkilerin kurulması ve turizmde öne çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler her yıl  “Dünyanın En Mutlu Ülkeleri” raporu yayınlıyor. BM’nin Mart 2025’te yayımladığı “Dünyanın En Mutlu Ülkeleri” raporunda Finlandiya’yı üst lige çıkaran temel husus ülkede güvenliğin yüksek seviyede olmasıdır. Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb: " Alexander Stubb: 'Hiç kimse her zaman mutlu olamaz. Bazen koşullar ve içinde bulunulan durumlar, mutlu olmayı zorlaştırır. Ancak mutluluğa giden ilk adım, güvenlik, özgürlük ve eşitlik gibi temel haklara sahip olmaktır.” der.

Güven problemi kişisel olmaktan çıkıp küresel seviyeye dönüşmüş durumda. Toplumda yaşayan farklı inançtaki insanlar güvenlik arıyorlar. Ne yazık ki yaşadığımız yer kürede öyle ülkeler var ki gece belli sokak ve mahallelere hayatınızı kaybetme endişesi taşımadan gezmeniz mümkün değildir. Cebinizde birkaç kuruş varsa bunu sokak serserilerine kaptırmadan dolaşmanız çok zordur. Evinizin üçüncü veyahut dördüncü katında bile olsanız dış kapınızın çelik, pencerelerinizin kalın demir parmaklıklarla kaplamadan rahat bir uyku uyuyamazsınız. Gecenin geç saatlerinde arabanızla seyahat etmeniz için kara kara düşünmeniz gerekir. Güvensiz bir dünyada yaşıyoruz.

Bundan dolayı geçmişten günümüze hem bireylerin hem de toplumların olmazsa olmazı, sosyal sermayesi güven olmuştur. Bugün insanların birbirlerine ne kadar güvendikleri endekslerle ölçülmektedir. Bu sosyal sermaye ekonomi, yönetim, siyaset, komşuluk, ticaret, dostluk, evlilik ilişkilerini belirliyor. Güvenin olmadığı birey ve toplumlarda başı dik gezmek mümkün değil. Güvenin Arap spikerlerin hava durumunu sunarken “tahte sıfır” dedikleri “sıfırın altında” olup dip yapması halinde yerine konacak ikinci bir şey yok.  

Yukarıda geçtiği üzere günümüzde “Yaşanabilir Ülke ve Şehirler Endeksi“ yayınlanıyor. Bu endekslerde Müslüman ülkeler son sıralarda yer alıyor. Güven skalası ve endeksi yüksek ülkeler, daha fazla dış sermaye çekmektedir. Yatırımcılar, güvenlik, siyasi istikrar, hukuk devleti ve düzenin varlığı gibi faktörlere dayanarak karar verirler. Bu güvenli ortam, dış yatırımların artmasını sağlar ve ekonomik büyüme, istihdam ve altyapı gibi alanlarda olumlu sonuçlar doğurur. Güvenli şehirler daha fazla turist tarafından ziyaret ediliyor. İnsanlara doğdukları topraklara “güvensiz” oldukları için içleri kana kana veda etmek zorunda kalıyorlar.  Bundan dolayı ilahi vahyin gösterdiği hedef; güvenli insan ve şehirlerin inşasıdır. (Nahl, 16/112) Hz. Peygamber’in idealize ettiği birey, sadece güvenilir bir kişi olmakla kalmaz, aynı zamanda toplumda güvenliği de sağlamalıdır. İslam, bireylerin güvenilir olmasının yanı sıra, toplumsal düzeyde güvenli bir ortamın inşa edilmesini de önemli bir sorumluluk olarak kabul eder. Toplumsal güvenlik, bireylerin güven duygusunun sağlandığı bir zeminde mümkündür ve bu güvenle sürdürülebilir. Öyle bir toplum ki haftalarca süren uzun bir yolculukta bineğine binerek yalnız başına giden bir kadının yırtıcı hayvanlardan başka kimseden zarar görmemesidir. (Buhari, “Menakıb” 25) Hiçbir güvenlik endişesi taşımadan bu kadar mesafeleri dolaşmak bir “değer patlaması” anlamına geliyor. Kadın ve çocukların can, mal ve ırz güvenliği, toplumun genel güvenliğinin turnosol kâğıdı gibidir. Kadın ve çocukların güvende olmadığı bir ülkede, aslında hiç kimse güvende değildir.

Arap kültüründe her bireyin ismi, künyesi ve lakabı olur. Hz. Peygamber ismi Muhammed b. Abdillah,  künyesi Arap kültürünün ataerkilliğinden dolayı oğluna nisbeten Ebu’l-Kâsım,  lakabı ise Muhammedu’l-Emin’dir.  Bu lakabın kim ve hangi olaydan dolayı verildiğini bilmiyoruz. Hz. Peygamber’e hem ikili ticarî, ailevî ve komşuluk ilişkilerinde hem de Hicaz Arap kültürünün etkisiyle Mekke’de kendisine o güne kadar kimseye verilmeyen  “el-Emin” güvenilir lakabı şifahi Hicaz toplumunda bir insana verilebilecek en yüksek mertebeydi.  Çölde her şeyi etkileyen ve değiştiren tek şey olan güvendi. Güven Hz. Peygamberliğin meşruiyetine de referans oldu. Bu ünvan kırk yıl ilmek ilmek dokuyarak veyahut heykeltraş misali ince işçilikle mermerin fazlalıklarını yontarak inşa ettiği “İstikametli” hayatın neticesi olsa gerektir. Yoksa şipşak bireye hemen güvenilir lakabı verilmiyor. Yaşadığı yoğun emek ve çaba ürünü hayatla topluma güven telkin etmesi gerekir. Hz. Peygamber’in düşmanı olan Ebu Cehil Hz. Peygamber’e “yalancı” demiyor. Biz ona “el-emin” dedik o yalan söylemez. Kur’ân bunu şöyle anlatır; “…Unutma ki, onların yalanladığı sen değilsin…” (En’am, 6/33)  Ebu Cehil, Peygamber’in getirdiği dinin atalarının dinine aykırı olmasından ve Mekke’de Kurulu düzenin ortadan kalkmasından endişeleniyordu. Bir de Mekke’deki kabile asabiyeti/tarafgirliğinden Ebu Cehil Hz. Peygamberin kendi kabilesinden olmamasını kabullenemiyordu.

Güven Kaybı ve Toplumsal Tehditler

Şâirlik, yazarlık, ressamlık, ustalık nasıl emek ve çaba gerektiriyorsa güvenilir insan olmakta uğraş ve emek gerektiriyor. Güvenilir insan hayatının “ince işçisi” olmak zorundadır. Kale şirketler Grubu Başkanı Zeynep Bodur Okyay “Ben itibar kaybını göze almam. Para kaybedebilirsin, tekrar çalışıp aynısını kazanmak için uğraşırsın. Ama itibarın ve insanların güveninin kaybedilmesinin çok ciddi maliyeti var. İtibar ve güven bir günde kaybedilir ama kırk yılda geri kazanılmaz.” derken güven ve itibarın paradan öncelikli olduğunu anlatır. Zeynep Bodur Okyay’ın babası İbrahim Bodur bir yurt dışı iş gezisinde “Doğalgaz Çevrim Santralleri” siparişi verecekti. Antlaşma imzalanır. Sıra banka teminatına geldiğinde İtalyan firma sahibi “Sayın Bodur sizin imzanız bizim için en büyük teminattır, formaliteler sonra da tamamlanır, kontrat bu imzalardan sonra hemen yürürlüğe konacak ve siparişlerinizin imalatlarına başlanacaktır.”  Bu imzaya olan güven İbrahim Bodur’un bu yaşına kadar emek vererek kazandığı “Altın varaktan” daha değerli sosyal sermayedir. (Erdem, Vahit, Hatıralarla Devlette 45 Yıl, s. 442) Güvenilir olmak gibi bazı değerleri kazanmak için yetmiş yıl çaba sarfetmek gerekiyor. Fakat beş dakikada söylenen bir yalan yetmiş yıllık sermayenin kaybına yol açabilir. Meşhur mottoda geçtiği üzere “Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez.” İş Adamı Ali Sabancı’nın ifadesiyle “…İş kurarken paran yoksa ortak bulabiliyorsun. Bankaya gidip kredi çekebiliyorsun. Peki, itibarını yitirdiğin zaman ne yapacaksın, gidip bankadan itibar borçlanabiliyor musun? Borçlanamıyorsun. Gidip bir arkadaşından ödünç alabiliyor musun? “Biraz itibar ver, ben sana geri ödeyeceğim” diyebiliyor musun? Diyemiyorsun.  Dolayısıyla itibar kaybedildiğinde insan başarılı olamıyor.”

Bugün evlerimizin dış kapılarını bize zarar verecek yabancı insanlardan, gelecekte de iç kapılarını da kendi çocuklarımızdan kendimizi güvende hissetmek için çelikten yapacağa götürüyor. Eskiden, yırtıcı ve zararlı hayvanlardan korunmak için evlerimizi daha güvenli inşa ederdik; bugün ise, insanlardan korunmak için yüksek seviyeli güvenlik önlemleri alıyoruz. Çünkü insanın insana verdiği zararı başka canlı vermiyor. Endülüslü İbn Hazm “İnsanın insandan çektiği acıları, insanoğlu yırtıcı hayvanlardan bile çekmemiştir.” der. O halde kaybettiğimiz güveni yeniden kazanmanın yollarını bulmamız gerekir. Bu da kolay olmamakla beraber imkânsız değildir. Aslında inanan insana “Mü’min” denmesi imanın onu güvenilir kılması içindir. Kişinin imanı onu daha da güvenilir yapmıyorsa imanını sorgulamalıdır. Güvenilir olmayanın Anadolu irfanında geçtiği üzere “ağzıyla kuş tutsa” kimse itibar etmez. İman kişiyi itibar ve güven kazandırmak içindir. İman etmemize rağmen niçin itibar sahibi değiliz sözüne “insan bir şeye güvenip bağlanacaksa gerekçeleriyle birlikte güvenip bağlanır” sözünde geçtiği üzere inanmamızın “gerekçelerini” bilmediğimizdendir. Mesela; kimse daha fazla kirlensin diye hamama gitmez. Hamama gitme gerekçesi temizliktir. İman etmenin sebebi güvenilir olmaktır. Güvenilir değilsek imanımızda problem vardır. Kur’ân’ın ifadesiyle “…Eğer böyle inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” (Bakara, 2/93)Güven olmadan iman ispatsız bir iddia, ibadet ise mekanik bir tekrar hâlini alır. Nebi’nin dediği gibi “Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; takva/sorumluluk verildiğinde yerine getirip getirmediğine bakıp öyle değerlendirin.” (Muttaki,  Kenzu'l-Ummâl, Hadis No: 8435) Burada ibadetler basit görülmüyor. İbadetin bireye mutlaka ahlakî değer kazandırması gerektiğine dikkat çekiliyor. Bugün dünyaya teknoloji transferi yapabilecek gücümüz yok, fakat “tarihî yaşanmışlığı” olup yitirdiğimiz “güvenirliğimizi” yeniden inşa edebiliriz. Nasıl mı? Ailede, okulda, fabrikada, kışlada, camide, çarşıda güvenilir rol-modellerin sayısını çoğaltarak… Enes b. Mâlik’in şu rivayetiyle bitirelim: “Allah"ın Peygamberi bize konuşma yaptığı zaman mutlaka şöyle buyururdu: "Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur." (Ahmed İbn Hanbel, III, 134) Sanırım fazla söze de hacet yoktur.

Bu yazı toplam 2575 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yazılan yorumlar hiçbir şekilde www.adilcevaz13.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
7 Yorum