Bediüzzaman Irkçılık ve Mezhepçiliğe Nasıl Baktı?
Bediüzzaman Said Nursi, Bitlisli bir hemşerimiz. Bitlisliliği pek öne çıkmayan ve Milli tarihimizde de yer bulamayan ama görüşleri ve eserleri büyük bir kesim tarafından takip edilen ve şimdi Dünyanın her tarafına ulaştırılan bir mütefekkir ve İslam âlimi. Bir zamanlar kendisi ve eserleri, bölücü, ayrıştırıcı, gerici bir akımın adresi olarak gösterilmeye çalışılsa da bugün gelinen durum eserlerinin tüm Dünya insanlığının istifadesi için önemli gerekli olduğu anlaşıldı.
Bugün kendi toplumumuzda ve dünyamızda baş gösteren olaylar ve yaşanan tatsız hadiseler Bediüzzaman Said Nursi ‘nin eserlerinde gösterdiği çözüm yollarının ve reçetelerinin önemini daha çok vurgulamaktadır.
Aydınlıktan korkan ve karanlığın vahşetinden beslenenlerin işine gelmeyen bu reçetelerin önemini belirten bir köşe yazısını paylaşmak istiyorum. Kendim Bediüzzaman Said Nursi’ nin eserlerini okumama rağmen aşağıda ifade edilecekleri böylesine toparlayıp ifade edemezdim. Bu nedenle ulusal basında yazar olan Meryem Aybike SİNAN’ ın “Bediüzzaman ırkçılık ve mezhepçiliğe nasıl baktı?” yazısını aynen aktarıyorum.
“Bediüzzaman ırkçılık ve mezhepçiliğe nasıl baktı?
“Risale-i Nur’u tanımadan evvel Müslüman idim ama mümin değildim”
(Colin Turner/ Durham üniversitesi-İngiltere)
Bediüzzaman, şark coğrafyasının yetiştirdiği ama şöhreti garbın çok ötelerine yayılmış, fikirleri ve kitapları dünya ölçeğinde tartışılan, zamanın önüne geçmiş bu hür toprakların esaret kahramanı olarak tarihteki önemli ve değerli mevkiine yerleşen dev bir isim şüphesiz.
Bediüzzaman İslami çalışmalarının yanı sıra bilim ve fenne kadar uzanan, felsefe ve mistisizme, sosyal vakaları analiz etme, çareler üretme, dünü ve bugünü bir potada eritip kalıcı ve yapıcı yorumlarıyla büyük kitlelere nüfuz edip, geleceğin Müslüman aydınını bilimle buluşturma sevdası güden aydınlık bir alimdir her şeyden önce.
Bediüzzaman’ın eserlerini incelediğimizde bir müminin yaşamındaki her mevzunun detaylı bir şekilde incelenip bunlarla ilgili reçeteler sunulduğu görülüyor. Kitaplarında yazdıklarını bizzat kendi yaşamında tatbik eden, söylediğini yapan, yaptığını söyleyen, inanmadığına, yaşamadığına ve yapmadığına sırf birilerini memnun etme adına asla taviz vermeyen, şahsi çıkar adına hiçbir olayın içinde olmayan güçlü ve dirayetli bir kişilik görüyoruz karşımızda.
Özellikle İslam dünyasının belini büken “ırkçılık ve mezhepçilik” gibi alanlarda ortaya koyduğu düşüncelerine istinaden tavsiye ettiği reçetelere doğudan batıya bütün İslam aleminin ihtiyaç duyduğunu bugün ne yazık ki ibretle ve hayretle müşahede etmedeyiz.
Bediüzzaman, İslam coğrafyasının yetiştirdiği en önemli kişilik olmasına karşın onun düşüncelerine batıdaki gibi yoğunlaşamama, anlamama gibi bir talihsizliği yaşadığımızı da belirtmek lazım.
Bediüzzaman, saf ırk nazariyesinin mümkün olmadığını, milli birlik ve beraberliğin “ırkçılıkla” mümkün olmayacağını savunur ve bunun zararlarını her fırsatta dile getirir. Üstelik bu kavmiyet illetini de bir Frenk hastalığı olarak düşünür ve bu illetin Müslüman toplumlara verdiği ve vereceği zararları endişe ile anlatır:
“ Fikr-i milliyet, bu asırda çok ileri gitmiş. Hususan, dessas Avrupa zalimleri bunu İslamlar içinde menfî bir surette uyandırıyorlar. Tâ ki parçalayıp onları yutsunlar”
Bugün Ortadoğu’daki İslam coğrafyasına baktığımızda Bediüzzaman’ın uzun yıllar önce ortaya koyduğu bu tespitlerin isabetini ve önemini daha iyi anlayabilmek mümkün.
Bediüzzaman ülkemizdeki ırk temeline dayalı sorunları da analiz etmiş, özellikle “Kürtçülük” yapanlara, şiddetle karşı çıkmıştır. Bu hususla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır Bediüzzaman:
“ Ben Van’da iken Hamiyetli bir Kürt talebeme:” Türkler İslamiyet’e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun? Dedim. Dedi: “ben Müslüman bir Türk’ü, fasık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alakadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar.”
Bir zaman geçti, o talebem ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden gördüğü aks-ül amel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bu kez bana dedi ki:” Ben şimdi gayet fasık, hatta dinsiz de olsa bir Kürt’ü salih bir Türk’e tercih ediyorum.”
Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki; Türkler, bu millet-i islâmiye’nin kahraman bir ordusudur.”
Bediüzzaman, bu görüşleriyle sanki bu günleri görür gibidir. Gerçekten de bu düşünceleri analiz ettiğimizde gerek etrafımızdaki İslam ülkelerinin, gerekse içerideki bir takım anlamsız çekişmelerin tek sebebinin sen-ben davası olduğunu görürüz. Türkiye gibi bin yıllık bir imparatorluk tecrübesi olan, islamın bayraktarlığını yapan, islamın en büyük savunucusu olan bir ülkeye kim ardını dönmüşse, kim arkadan hançerlemişse, kim kazan devirmişse bugün en acı bir şekilde bedel ödemektedir ve ödemeye de devam edecekler gibi görünüyor. İşte Filistin, Irak, Mısır, Libya, Suriye…
Tarih iade-i itibar yapıyor sanki!
Bediüzzaman’a göre İslam birliği ve ortaklığı ve dahi kardeşliği tek çaredir, reçete bellidir. Emirdağ lahikası’nda, bu konudaki görüşlerini daha açık bir şekilde ortaya koyar:
“Irkçılık fikri, Emevî’ler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “klüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci Harb-i umumî’de yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arapların kardeş Türk’lere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiye’ye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeye çalıştıklarına dair emareler görülüyor.”
Bediüzzaman ırkçılık gibi mezhepçiliğe de karşıdır. Zira ırkçılık ve mezhepçilik ayrıştırır, uzaklaştırır, küçültür, azaltır ve zayıflatır ona göre. Ehl-i Sünnet ile Alevileri, Şiileri birbirine düşürerek İslamiyet’in hakimiyetine engel olmayı düşünen gizli münafıkların varlığından söz eder.
İslam coğrafyasında düşman olarak üç unsuru dile getirir, bunlar;
Cehalet, zaruret ve ihtilaftır.
Ancak bu üç zararlı ayrıştırıcının panzehiri olarak da;
Sanat, marifet ve ittifak gibi yapıcı, birleştirici, iyileştirici unsurları tavsiye eder.
Bediüzzaman, hiç kuşkusuz son yüzyılın en büyük din alimi ve mütefekkiri. Görüşleriyle kitleleri zihni seferlere revan eyleyen, ortaya koyduğu fikirleriyle kendisinden çok sonra bile bugün reçete mahiyetinde değer bulan Bediüzzaman’ın milliyet ve mezhep konusundaki görüşlerini tatbik etme noktasında nerede olduğumuz açık ve net bir şekilde orta yerde duruyor.
Bediüzzaman Said Nursi, ırk ve mezhep argümanlarının nasıl bir zehir olduğunu gerek eski ve gerekse yeni Said dönemlerinde de şiddetle tekrar eder ve en ufak bir çelişkiye düşmez.
Muhabbetle…
Meryem Aybike Sinan
YAZIYA YORUM KAT