Yermuk Gazvesinde Mucizevî Bir Zafer

Dr. Muhsin DEMİREL

Yermuk Gazvesi İslâm tarihinde cereyan eden en büyük savaşlardan biridir. Hatta en büyüğü demek mümkündür. Bu gazve Hz. Ömer’in hilafeti döneminde cereyan etmiştir. İslâm’dan önce Suriye, Irak ve havalisinde bulunan Arap topraklarının bir kısmı Sasani İmparatorluğunun (İran’ın), bir kısmı da Bizans İmparatorluğunun (Rumların) hâkimiyeti altındaydı. Rumların hâkimiyetinde olan Suriye havalisi, İslâm’ın merkezi ve başkenti olan Medine’ye daha yakın olduğundan tabii olarak İslâmî fütuhata buradan başlanmış ve Bizans İmparatorluğuna bağlı olan Suriye’nin birçok bölge ve şehri fethedilerek İslâm topraklarına dâhil edilmiştir.

Bizans İmparatorluğu, hâkimiyeti altındaki şehirlerin hızlı bir surette hâkimiyetinden çıkıp İslâm’ın hâkimiyetine girdiğini görünce kendisini toparlayıp elden çıkan topraklarını geri almak, Arapları ülkesinin sınırlarından çıkarıp uzaklaştırmak istemiştir. Bu amaçla tüm imkânlarını seferber etmiş, askeri tüm güçlerini toplamıştı. Topladığı asker sayısı bir rivayete göre 800 bin, bir rivayete göre bir milyon, bir rivayete göre bir milyon 50 bin kişiden oluşmaktaydı. O dönem için bu sayı korkunç bir meblağı ifade ediyordu. Şu an Türkiye’de 355 bin, Rusya’da bir milyon civarında asker olduğu dikkate alındığı takdirde bir milyon askerin ne kadar büyük bir miktar olduğu daha iyi anlaşılır. Bilindiği gibi dönemde şimdiki gibi eğitimli, resmi ve nizami askerler yoktu veya sınırlı idi. Eli silah tutan her bir vatandaş, gönüllü asker idi. Rumların 800 bin veya bir milyon askerine karşılık Müslümanların 41 bin askeri vardı. Daha sonra 6 bin asker gelip orduya katılmıştı.

Biz burada Yermuk Gazvesini özetleyip hepsini anlatmayacağız, ancak genel savaştan önce Hz. Halid b. Velid’in önerisi ve onun komutasında cereyan eden, Cenâb-ı Allah’ın nusret, lütuf ve yardımının gün gibi tecelli ettiği, adeta büyük bir mucize şeklinde sonuçlanan bir günlük savaştan bahsedeceğiz. Genel savaştan önce cereyan eden bir günlük bu savaş, tarafların asker sayısı ve kayıp sayıları bakımından İslâm tarihinde hatta insanlık tarihinde eşi benzeri görülmeyen bir zaferle neticelenmiştir. Dolayısıyla bu zafere zafer demekten ziyade harika bir mucize demek daha isabetli olur, denebilir.

Bu savaşın özeti şöyledir: Rum askerlerinde toplam sayısı 60 bin olan ve üç büyük Arap kabilesinden oluşan bir birlik vardı. Bunlara kendilerine yardım edilmiş Araplar manasında el-Arabu’l-Muntasara deniliyordu. Bu Arapların hem reisi hem de komutanı Cebele b. el-Eyhem adında bir kişi idi.

Rum ordusunun genel komutanı Mahan, Arapça bildiği ve Müslümanlarla aynı ırktan olduğundan daha önce Cebele’yi Müslümanlarla anlaşma yapmak üzere Müslümanların yanına elçi olarak göndermişti. Cebele, gidip Müslümanların temsilcisi Hz. Ubâde b. Sâmit ile konuştu. Hz. Ubâde onu dine davet etti, ancak Cebele bunu kabul etmedi. Rumlar, geri gitmeleri karşılığında Müslümanlara büyük miktarda para teklif ettiler, ancak Müslümanlar bunu kabul etmedi ve onlara üç seçenek sundular: Ya Müslüman olacaksınız, ya cizye vereceksiniz aksi takdirde aramızdaki hakem kılıçtır.

Cebele anlaşma yapamayınca Rumların komutanı Mahan’ın yanına geri döndü. Mahan durumu öğrenince Cebele’ye şöyle dedi: Demiri ancak demir keser. Bunlar (Müslümanlar) Arap, siz de Arap’sınız, onlar 30 bin kişi, sizler 60 bin kişisiniz, sizden iki kişi onlardan bir kişiyi öldüremez mi? Mahan Cebele’yi savaşmaya teşvik ederek nihayet onu Müslümanlarla savaşmaya ikna etti. Cebele aldığı emir üzerine kavminin yanına vardı, onları Müslümanlarla savaşmaya teşvik ederek savaşmak için hazırlanmalarını emretti. Onlar da tüm ihtişamlarıyla hazırlandılar, silahlarını kuşanıp savaş düzenini aldılar ve sabahleyin İslâm ordusuna yaklaşmaya başladılar.

İslâm ordusu onlardan haberdar olunca yüksek sesle birbirine seslenip ne yapacakları konusunda görüş alışverişinde bulundu ve hepsi Allah’tan yardım dileyip onlarla savaşır ve Allah’ın izniyle onları hezimete uğratırız, dediler. Bu sırada Hz. Halid b. Velid askerlere seslenerek şöyle dedi: Acele etmeyin, ben onlara bir plan kuracağım ki bu plan ile onlar helak olacaktır.

Hz. Halid daha sonra ordu komutanı Hz. Ebû Ubeyde’nin yanına varıp şöyle dedi: Rumlar bize karşı Araplardan yardım aldılar, onları bize karşı savaştırırlar. Bu Araplar bizim iki katımızdır, şayet tüm ordumuzla onlara karşı savaşırsak bu, bizim için bir zafiyet ve vehen sayılır.  Önce bizimle savaşmaktan vaz geçmeleri için onlara elçiler göndereceğim, şayet bizimle savaşmaktan vaz geçerlerse bu, hem onlar için hem de Rumlar için büyük bir zafiyet oluşturacaktır. Şayet bu teklifimizi kabul etmezlerse bizden küçük bir grup ile 60 bin kişilik olan bu orduya karşı savaşıp Allah’ın izniyle onları hezimete uğratacağız. Hz. Ebû Ubeyde, Hz. Halid’in dediğine hayret etti ve şöyle dedi: Dilediğini yap.

Hz. Halid ashabı kiramdan dört kişiyi yanına çağırıp onlara şöyle dedi: Ğassan, Lahm ve Cuzam kabilelerinden oluşan bu Araplar sizinle savaşmak istiyorlar. Bunlar nesep olarak sizin amca çocuklarınızdır, onların yanına varın, onlarla konuşun ve onları bizimle savaşmaktan vazgeçirmeye çalışın. Şayet bizimle savaşmaktan vazgeçerlerse ne ala, şayet bundan vazgeçmezler ise kılıçlarımız onları yakalayıverecektir.

Elçiler gidip Rum ordusunda yer alan Araplara yaklaşınca yüksek sesle seslenerek elçi olduklarını söylediler, kendilerine izin verildi ve onların komutanı Cebele’nin çadırına girdiler. Onunla konuştular, kendisini İslâm’a davet edip şöyle dediler: Seni İslâm dinine davet ederiz, şayet Müslüman olursan milletimizden olursun, bizim lehimize olan senin de lehine olur, aleyhimize olan senin de aleyhine olur. Dinimiz şerif, Peygamberimiz zariftir. Cebele Müslüman olmak istemedi ve şöyle dedi: Sizler ey Evs ve Hazreç kabileleri, kendinize bir din seçtiğiniz gibi ben de kendime bir din seçmişim, dinim konusunda cimriyim, dinimi asla terk etmeyeceğim.

Cebele Müslüman olmaya yanaşmayınca elçiler kendisine şöyle dedi: Şayet Müslüman olmuyorsan bari bizimle savaşma, bizi Rumlarla baş başa bırak. Cebele bunu da kabul etmedi ve şöyle dedi: Bunu yapamam, zira Rumlar beni tüm Araplara reis kılmışlardır ve onlar sizinle savaşmak dışında benden başka bir şey kabul etmezler. Bunun üzerine elçiler kendisine şöyle dedi: Şayet tekliflerimizi kabul etmezsen, biz de sana karşı muzaffer olursak seni öldüreceğiz, kılıçlarımız başları gövdelerden ayırır, etleri kemiklerden sıyırır.

Görüşmeden bir netice alınmayınca Cebele kavmine savaş düzenini aldırıp onları savaşmaya hazır hale getirdi. Bu sırada Hz. Halid, Ordu komutanı Hz. Ebû Ubeyde’nin yanına varıp şöyle dedi: Bizimle savaşmak isteyen bu Araplar 60 bin kişidir, biz ise 30 bin kişiyiz.  Şayet 30 bin kişilik olan ordumuzla 60 bin kişilik olan düşman ordusuyla savaşırsak bizim için zafiyettir. Kahraman askerlerimizden küçük bir grup çıkıp bunlarla savaşsın. Hz. Ebû Ubeyde isabetli bir görüş beyan ettin, istediğini yap, askerlerden istediklerini seç al, dedi.

Hz. Halid şöyle dedi: Kahraman askerlerimizden 30 kişi seçeceğim, bunlardan her biri 2 bin kişiye karşılık savaşsın. Hz. Halid’in bu önerisi zahiren bir intihar niteliğindeydi. Bu nedenle Müslümanlardan herkes Hz. Halid’in bu sözüne hayret etti ve onun şaka yaptığını sandı. Onunla ilk konuşan Hz. Ebû Süfyân oldu. Ebû Süfyân şöyle dedi: Ey Velid’in oğlu, bu sözünde ciddi misin şaka mı yapıyorsun? Hz. Halid, hayır, Resûlullah (s.a.v.)’ın yaşamına yemin olsun ki bu konuda ciddiyim, şaka yapmıyorum, dedi.

Ebû Süfyân devamla şöyle dedi: Ey Halid, bu durumda Allah’ın emrine muhalefet ederek nefsine zulmetmiş olursun. Şayet bizden bir kişi 200 kişiye karşılık savaşsa bu, bizden bir kişinin 2 bin kişiye karşılık savaşmasından daha kolaydır. Bu konuda kimsenin sana destek olup muvafakat edeceğini sanmıyorum. Şayet biri bu konuda sana destek verip icabet ederse o da kendi nefsine zulmetmiş ve kendisini öldürmeye yardım etmiş olur.

Hz. Halid şöyle dedi: Ya Ebâ Süfyân, sen cahiliye döneminde cesaretli iden, İslâm’da korkak olma. Bu işe kendisini adayan Müslüman, muvahhit kahramanlara bak. Onları, nefislerini Allah’a bağışlamış, Allah yolunca cihâd yapma dışında bir amaçları olmayan kimseler olduğunu göreceksin. Kimin kalbi böyle olursa kendisini korkunç ateşe atsa dahi Allah’ın ona yardım etmesi Allah üzerine bir haktır.  

Ebû Süfyân devamla şöyle dedi: Ey Ebâ Süleyman, emir dediğin gibidir, ben ancak Müslümanlara şefkat için böyle dedim, mademki kesin azimlisin, o zaman 30 kişi değil de 60 kişi seç ki her biri bin kişiye karşılık savaşsın.  Ordu komutanı Hz. Ebû Ubeyde de Ebû Süfyân’ın dediğini destekledi. Hz. Halid de buna rıza gösterdi ve şöyle dedi: Ben 30 kişi ile düşmana karşı savaşmaktan Rum ordusuna plan kurmak istedim, zira 30 kişi ile 60 bin kişiye karşı savaşıp Allah’ın yardımıyla Rum ordusundaki Araplara galip gelseydik, onlar arkadaşlarının yanına dönüp biz 30 kişi ile savaştık ve mağlup olduk, diyeceklerdi.  Bu da tabii olarak Rum ordusunun kalbine korku salacak, cesaretlerini kıracak ve belki de savaş alanını bırakıp geri dönmelerine sebep olacaktır.

Neticede Hz. Halid, Hz. Ebû Süfyân ile Hz. Ebû Ubeyde’nin önerisine rıza gösterdi ve şöyle dedi: Ben bu iş için sabırlı ve kararlı olup savaşta deneyimli olduğunu bildiğim kişilerden 60 kişi seçip dediğimi onlara arz edeceğim, şayet onlar Allah ile buluşmayı (ölmeyi) ve Allah’ın sevabını severlerse bana icabet edeceklerdir. Şayet dünyayı ve dünyada kalmayı sever, onların arasında ölümden hoşlanan kimse olmazsa Halid’in önündeki tek seçenek nefsini Allah yolunda feda etmesidir.

Hz. Halid bu sözünü söyledikten sonra tek tek ismini anarak ashabı kiramdan 60 kişi çağırdı. Onların yanına vardı ve şöyle dedi: Ey Allah’ın yardımcıları, bize karşı savaşmaya gelen bu ordu ile savaşmaya ne derseniz? Şayet sabrederseniz, Allah size yardım eder. Ve şayet bu müşrik Arapları hezimete uğratırsanız, Rum ordusunun tamamını da hezimete uğratacaksınız. Onlar şöyle dedi: Bizimle istediğini yap, bizi istediğin kimselerle karşı karşıya götür. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın dinine yardım edenler gibi düşmanlarımızla savaşır, Allah’a tevekkül eder, ahiret için ruhumuzu feda ederiz.

Bunu müteakip bu 60 kişiden herkes kendi çadırına gitti, yanında bulunan eşi veya diğer yakınlarıyla vedalaştı. Bu sırada tabii olarak duygusal bazı manzaralar yaşanmıştı. Zira insanlık tarihinde 60 kişinin gönüllü olarak 60 bin kişilik bir orduya karşı savaştığı ikinci bir örnek söz konusu değildir.

Bu esnada 60 kişiden biri olan Dirâr b. el-Ezver ile kız kardeşi Havle arasında duygusal bir konuşma geçmişti. Dirâr savaşa hazırlanmak ve kız kardeşi Havle ile vedalaşmak üzere çadırına girdi. Zırhını giyip kız kardeşi ile vedalaşınca kardeşi durumunu anladı ve şöyle dedi: Ey kardeşim, görüyorum ki kesin ayrılığa inanan kimsenin vedalaşması gibi benimle vedalaşıyorsun, durumun nedir? Bana doğru söyle. 

Dirâr, Hz. Halid b. Velid ile 60 bin kişilik olan düşman ordusuyla savaşmaya gideceğini söyledi. Kardeşi Hz. Havle ağladı ve şöyle dedi:  Ey kardeşim, dilediğini yap ve Allah’ın yardımına kesin inanan bir kimse gibi düşmanla karşılaş. Allah sizin yardımcınızdır, düşman uzak olan eceli yaklaştıramaz, yakın olan eceli de uzaklaştıramaz.

60 kişilik bu grup geceyi kendi çadırında geçirdi, herkes ehli ve yanındaki yakınıyla vedalaştı, geceyi dua, tazarru ve gözyaşlarıyla geçirdiler. Sabaha kadar Cenâb-ı Allah’ın kendilerine yardım etmesini dilediler. Sabah namazı vakti girince ordu komutanı Hz. Ebû Ubeyde onlara sabah namazını kıldırdı.

Sabah namazından sonra ilk olarak Hz. Halid toplanma alanına geldi ve şiir söyleyerek arkadaşlarını toplanmaya teşvik etti. Onlar da gelip toplandılar. 60 kişinin tamamı gelince ortasında Hz. Halid olduğu halde düşman askerlerine doğru ilerlediler. Hz. Halid sanki etrafında aslanlar toplanmış bir aslan gibi idi.

Hz. Halid, yanındakilerle birlikte müşriklerin ordusuna yaklaşınca küçük bir grup olduğundan müşrikler onları elçiler sandı. Müşriklerin komutanı Cebele, Müslümanları görünce arkadaşlarına seslenerek savaşmak için hazırlanmalarını emretti. Aralarında geçen konuşmadan sonra Hz. Halid, Cebele’ye savaşmak için geldiklerini söyledi. Cebele küçücük bir grup olduğundan Müslümanlarla alay etti, kendilerini övüp Arapların kahramanları ve savaşçı bir kavim olduğunu, bir çırpıda bu küçücük grubu yok edeceğini söyledi. Hz. Halid ise Cenâb-ı Allah’ın yardımıyla sizleri hezimete uğratıp mağlup edeceğiz, diye karşılık verdi.

Nihayet söz bitti, sıra savaşmaya başladı. Müşriklerin komutanı Cebele ordusuna Ey Ğassan ailesi, saldırı başlatın, diye emir verdi. Müşrikler bu küçük Müslüman birliği biran önce yok etmek amacıyla var gücüyle saldırmaya başladılar. Müslümanlar kahramanca karşı koydu. Savaş son derece şiddetli bir şekilde devam ediyordu. Savaş alanından kahramanların bağrışmaları, kılıç sesleri yükseliyordu. Savaş o kadar şiddetli idi ki hem müşrikler hem de Müslümanlar Hz. Halid ile arkadaşlarından hiç kimsenin sağ kurulamayacağını sandılar. Müslümanlar, arkadaşları konusunda endişeye kapıldı ve ağladılar. Bazıları Hz. Halid Resûlullah (s.a.v.)’ın ashabını aldattı ve onları helak etti, demeye başladılar. Rumlar ise şöyle diyordu: Cebele bu kavmi yok etti, onların helak olması mutlaka elimizle olacaktır.

Savaş sabahtan akşama kadar devam etti. Müşrik Araplar hezimete uğramış, kaçmış ve dağılmıştı. Sanki semadan biri onlara bağırmış, kendilerini darmadağın etmişti. Ordu komutanı Hz. Ebû Ubeyde de endişeye kapılmış, askerlere seslenerek şöyle demişti: Şüphesiz Halid ve arkadaşları helak olmuşlardır. Kalkın, gidip onların durumunu öğrenelim. Bu sırada Hz. Halid arkadaşlarını araştırmış, yanında sadece 20 kişi kaldığını görmüştü. Bunun üzerine yüzünü tokatlıyor ve şöyle diyordu: Resûlullah (s.a.v.)’ın ashabından 40 kişinin ölümüne sebep oldun, mahşer günü Rahman’ın katında ne mazeretin olabilir ve Halife Ömer’e ne cevap vereceksin?

Hz. Halid bu halde iken Hz. Ebû Ubeyde bir grup askerle onun yanına vardı. Durumunu sordu. Hz. Halid kendisiyle birlikte savaşan arkadaşlarından 40 kişiyi bulamadığını, bunların şehit olabildiğini söyledi. Bunun üzerine şehit olanların cesetlerini bulmak amacıyla kalkıp savaş alanına gittiler. Savaş alanında Müslümanlardan sadece 10 kişinin cesedini bulabildiler. Geride kalan diğer 30 kişi ortalıkta gözükmüyordu. Nihayet bir süre sonra hayatta olan ashabı kiramdan bir grubun yüksek sesle tekbir ve tehlill getirerek geldiğini gördüler. Karşılıklı tekbirler getirip adeta sevince boğuldular. Bunlar 25 kişi idi. Hayatta kalan ashabı kiramın toplamı 45 kişi idi, 10 kişi de şehit olmuştu. 5 kişi kayıp idi. Nihayet bunların esir alındıklarını öğrendiler. Karşı taraftan ise 5 bin kişi öldürülmüştü. Bunların arasında 2 kişi komutanlarından idi.

Esir alınan 5 kişi ise daha sonra Hz. Halid’in yüksek dehası neticesinde ona bağışlanmış ve kurtarılmıştı. Bu olay şöyle cereyan etmişti: Rum ordusunun komutanı Mahan’a Hz. Halid ile ilgili bilgi ulaşınca bir plan kurup hile ile onu öldürmek istemişti. Bu çirkin planını hayata geçirmek maksadıyla İslâm ordusuna birkaç kişi gönderip anlaşma yapmak istediğini ve bunun için özellikle elçi olarak Halid adındaki kişinin yanına gönderilmesini istemişti. Amacı Hz. Halid’i elindeki Müslüman esirlerle birlikte öldürmekti.

Rum komutanı Mahan’ın elçileri ordu komutanı Hz. Ebû Ubeyde’nin yanına varınca onların art niyetli olduğunu anladı. Hz. Halid’i yanına çağırıp kendisine durumu arz etti ve tek başına değil de seçkin askerlerden en az 100 kişi ile silahlı ve hazırlıklı bir surette Rum Komutanı Mahan’ın yanına varmasını ve dikkatli olmasını tavsiye etti. Hz. Halid İslâm ordusundan 100 seçkin kişiyi yanına aldı, savaşacak bir şekilde silahlarını kuşanıp Mahan’ın yanına vardılar.

Onun yanına varınca Mahan Hz. Halid’i öldürmek için fırsat kolladı, ancak onun dehası ve dikkati ile beraberindeki cengâverlerden dolayı buna fırsat bulamadı. Daha sonra onunla Hz. Halid arasında uzunca bir muhavere geçti. Hz. Halid’in çok kıymetli bir sandığı vardı. Mahan onu kendisinden istedi, Hz. Halid sandığı ona verdi. Buna karşılık o da elinde esir olarak bulunan 5 askeri Hz. Halid’e teslim etti ve dönüp geldiler. Bu esirler de kurtulunca Müslümanlar hayli sevinmişti, zira bunların tamamı ashabı kiramdan olup cesur ve kahraman kimseler idi. Bunların arasında kız kardeşi Hz. Havle ile vedalaşan ve aralarında önemli bir konuşma geçen Dirâr b. el-Ezver de vardı.

Hz. Halid’in 60 kişi ile 60 bin kişilik bir orduya karşılık savaşmasının maddi ve mantıksal hiçbir izahı yoktur. Bunun için Hz. Ebû Süfyân da ilk etapta Hz. Halid’in bu girişimine şiddetli bir şekilde tepki göstermiştir. Zira Enfâl Suresinin 65 ve 66. Ayetlerine göre bir kişi iki kişiye veya en fazla on kişiye karşı galip gelir. Bakara Suresinin 195. Âyeti ise kişinin kendisini tehlikeye atmasını yasaklamaktadır. Dolayısıyla Hz. Halid’in bu teklifi büyük bir risk taşımaktaydı. Hz. Halid’in bu hareketi sadece iman ile izah edilebilir. Biz Hz. Halid’in bileğinin güçlü ve bükülmez olduğunu biliyorduk, oysa imanı çok daha güçlü ve kuvvetli idi. Hz. Halid hakikaten de çok harika bir kişiliğe haiz idi. (Vakidî, Futuhu’ş-Şam, 1.s. 158 vd….)

Selam ve dua ile.