Cennete girmenin üç şartı vardır ki bunlar, iman, farz ibadetleri yapmak ve kebâir denen büyük günahlardan sakınmaktır.
1. İman. Cennete girmenin birinci şartı imandır. İman olmadan kişinin cennete girme imkânı söz konusu değildir. Zira Cenâb-ı Allah, kendi lütuf ve ihsanı olup son derece lüks ve konforlu bir mekân olan cenneti, kendi varlığına ve birliğine iman etmeyen kâfirlere haram kılmıştır. Konuyla ilgili bir âyeti kerimede “Âyetlerimizi yalanlayanlar, büyüklenip onlara iman etmeyenlere gelince onlara semanın kapıları açılmayacak ve deve, iğnenin deliğinden geçmediği sürece onlar cennete girmeyeceklerdir…” (Araf, 7/40) buyrulurken, diğer bir âyeti kerimede “Cehennem ehli, cennet ehline (cennetin) suyundan veya Allah’ın size rızık olarak verdiğinden üzerimize biraz dökün, diye nida ederler. Onlar (cennet ehli) Allah onları (cennetin suyunu ve yiyeceğini) kâfirlere haram kılmıştır, derler.” (Araf, 7/50) buyrulmaktadır.
Ayrıca birçok âyeti kerimede cennete girmek iman ile salih amele bağlanmıştır, şöyle ki; “İman edip salih amel işleyenler var ya, işte bunlar cennet ehlidir, onlar orada daima kalacaklardır.” (Bakara, 2/82), “İman edenler, salih amel işleyenler, namaz kılanlar ve zekât verenlere gelince onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Onların üzerinde korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 2/277), İman edip salih amel işleyenlere gelince biz ameli güzel olanın ecrini zayi etmeyeceğiz.” (Kehf, 18/30), “İman edip salih amel işleyenlere gelince Firdevs cenneti konaklama yeri olarak onlar içindir.” (Kehf, 18/107), “Muhakkak ki Allah, iman edip salih amel işleyenleri zeminlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar…” (Hac, 22/23).
Kâfirlerin cennete girmeyeceğine dair birçok hadis de bulunmaktadır. Bir hadisi şerifte “Nefsim elinde olana yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz…” (Müslim, İman, 22.) buyrulmaktadır.
İman olmadan insanın cennete giremeyeceği kesin bir husustur. Âyet ve hadisler bu konuda net ve açıktır. Konuyla ilgili İslâm ümmeti arasında herhangi bir tartışma ve ihtilaf da söz konusu değildir. Ancak burada ehli kitap ile ehli fetret konusunda kısaca bilgi vermemiz icap eder.
Ehli kitaba gelince Kur'ân’da onlarca âyette ehli kitaptan bahsedilmektedir. Bu âyetlerin büyük bir kısmı ehli kitabın aleyhine olup farklı yönlerden onları eleştirmekte, bazı âyetlerde onların kâfir olduğuna dikkat çekilmekte veya cehennem ehli olduğu ifade edilmektedir. Bununla birlikte ehli kitabın lehine olan âyetler de yok değildir. Ehli kitabın cennete gireceği hususuna gelince Kur'ân bu konuda ehli kitap arasında ayrım yapıp hepsini aynı kefeye koymamaktadır. Bu konuda ehli kitabı iki kısma ayırmak mümkündür.
Birinci kısım İslâm daveti kendisine ulaşıp Hz. Peygamber ve Kur'ân’a iman etmeyen ehli kitap. Bunların kâfir olup cehennemlik olduğunda şüphe yoktur. Zira Kur'ân’a göre tüm peygamberlere ve ilahi tüm kitaplara iman etmek esastır. Peygamberler veya ilahi kitaplar arasında ayrım yapıp bir kısmına inanmak, bir kısmını inkâr etmek küfür olup tüm peygamberleri ve ilahi tüm kitapları inkâr etmekle eş değerdir. Buna göre örneğin Hz. Mûsâ’ya veya İncil’e inanmayan bir Müslüman kâfir olduğu gibi, Hz. Muhammed’e veya Kur'ân’a inanmayan bir Yahudi veya Hıristiyan da kâfirdir.
Birçok âyeti kerimede tüm peygamberlere ve ilahi tüm kitaplara iman etmenin gerekli olduğuna dikkat çekilmektedir: “Allah’ı ve elçilerini inkâr edip, Allah ile elçilerinin arasında tefrika yapmak isteyen ve biz bir kısmına iman eder, bir kısmına iman etmeyiz, deyip bu arada bir yol edinmek isteyenler var ya, işte bunlar kâfirlerin ta kendileridir…” (Nisa, 4/150-151.) âyetlerinde bazı peygamberlere iman edip bazılarına iman etmeyen insanların kâfir oldukları açıkça ifade edilmektedir.
“Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve daha önce nazil ettiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve son günü inkâr ederse apaçık bir delaletin içine düşmüştür.” (Nisa, 4/136) âyeti kerimesi de tüm peygamberlere ve ilahi tüm kitaplara iman etmenin gerekli olduğu, her hangi bir peygamberi veya ilahi kitabı inkâr edenin kâfir olacağı açıkça ifade edilmektedir.
“De ki: Ey ehli kitap, sizler Tevrat, İncil ve size indirilene uymadığınız sürece bir şey (hak) üzere değilsiniz.” (Maide, 5/68) âyeti kerimesi ise ehli kitabın Tevrat ve İncil ile birlikte Kur'ân’a da iman etmelerinin gerekli olduğuna, aksi takdirde hak üzere olmayacaklarını ifade etmektedir. Zira âyette “Tevrat, İncil ve size indirilene” ifadesi yer almaktadır ki “size indirilenden” maksat Kur'ân’dır. Keza “Onun elçileri arasında tefrika etmeyeceğiz…” (Bakara, 2/285.) âyeti kerimesi de tüm peygamberlere iman etmenin gerekli olduğunu ifade etmektedir.
Keza “Deyin ki: Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Mûsâ’ya ve İsa’ya verilene ve Rableri tarafından (diğer) peygamberlere verilene iman ettik. Onlar arasında tefrika etmeyiz…” (Bakara, 2/136), “De ki: Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Ya’kub’a, (onların) torunlarına, Mûsâ ve İsa’ya verilene ve Rableri katından (diğer) peygamberlere verilene iman ettik. Onlar arasında tefrika etmeyiz…” (Al-i İmrân, 3/84.) âyetlerinde de tüm peygamberlere ve ilahi tüm kitaplara iman etmenin gerekli olduğuna, onların arasında ayrım yapılmayacağına açıkça dikkat çekilmektedir.
Dolayısıyla ehli kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar da son Peygamber Hz. Muhammed ve Kur'ân’a iman etmekle mükelleftirler. Hz. Peygamberin ismini duyup kendisine iman etmeyenler, Kur'ân’a göre kâfirdirler, ehli necat değiller, cennete giremezler. Müslümanlar nasıl ki Hz. Mûsâ ve Hz. İsa’ya iman ediyorsa Yahudi ve Hıristiyanlar da Hz. Muhammed ve Kur'ân’a iman etmek durumundadır. Hz. Mûsâ veya Hz. İsa’nın peygamberliğini inkâr eden bir Müslüman kâfir olacağı gibi, Hz. Peygamberi inkâr eden bir Yahudi veya Hıristiyan da kâfirdir.
İkinci kısım ehli kitap Hz. Peygamber’e ve Kur'ân’a iman edip kendi dinine göre yaşayanlar. Malum olduğu üzere bir Müslüman diğer peygamberlere ve ilahi kitaplara iman ettiği halde İslâm’a göre yaşar. Bir Yahudi veya Hıristiyan için de böyle bir şey mümkün mü? Yoksa bir Yahudi ve Hıristiyan’ın önünde Müslüman olmaktan başka yol yok mudur?
Âyetlerde açık bilgi olmadığından Hz. Peygamber de dâhil tüm peygamberlere iman edip kendi dinine göre yaşayan bir Yahudi veya Hıristiyan’ın cennete gireceği konusunda kesin bir şey söylemek isabetli olmaz, ancak bazı âyetlerden böyle bir ehli kitabın cennete gireceği gibi bir mana anlaşılmaktadır. Bu âyetlerden bir kaç tanesini kısa yorumuyla birlikte aktarmaya çalışacağız.
“(Ehli kitap) eşit değiller. Ehli kitaptan öyle bir topluluk var ki, gecenin saatlerinde namaz kıldıkları halde Allah’ın âyetlerini okurlar. Allah’a ve ahiret gününe iman eder, marufu emreder, münkerden sakındırır ve hayırlara koşarlar. İşte bunlar, Salihlerdendirler. Yaptıkları herhangi bir hayır karşılıksız kalmaz. Allah muttakileri bilendir.” (Al-i İmrân, 113-115.)
Müslümanların genel kanaati ehli kitabın cehenneme gideceği yönde olduğundan önceki asırlarda yaşayan müfessirlerin çoğu belki de tamamı bu âyetleri tevil edip bunların ehli kitaptan Müslüman olanlarla ilgili olduğunu söylerler. Ancak âyetlerin zahirinden anlaşılan mana farklıdır. Zira ehli kitaptan biri Müslüman olunca o kimse artık Müslümandır, onu ehli kitap olarak övmenin bir anlamı ve mantığı yoktur. Reşit Rıza da Menâr adlı eserinde bu hususa dikkat çekerek bu âyetlerin ehli kitaptan Müslüman olmayanlarla ilgili olduğunu tercih etmektedir. (Reşid Rıza, Tefsiru’l-Menâr, IV, 61.).
“Ehli kitaptan öylesi vardır ki Allah’a, size indirilene ve onlara indirilene iman eder, Allah’tan korkar ve Allah’ın âyetlerini az para karşılığından satmazlar. İşte bunlara Rableri katında ecirleri vardır…” (Al-i İmran, 3/199). Bu âyette Cenâb-ı Allah ehli kitaptan olup Allah’a, Kur'ân’a ve önceki kitaplara iman eden ve Allah’tan korkanları övmekte olup onlara ahirette ecir vaat etmektedir. Bu âyet bu vasıfları taşıyanların cennete gireceğine dair apaçık delildir, zira bir insana ahirette mükâfat olması onun cennete girmesi anlamındadır. Cehenneme giren bir insanın mükâfatından bahsedilemez.
“Şayet ehli kitap, Tevrat, İncil ve Rablerinden kendilerine indirileni tatbik etseydi, yukarılarından ve ayaklarının altından yerlerdi. Onlardan bir grup iktisatlıdır, ancak onların çoğu ne kötü amel işlerler.!” (Maide, 5/66) Bu âyete göre ehli kitabın Tevrat, İncil ve Kur'ân’a göre amel etmeleri caizdir. Ayrıca âyet ehli kitabın bir kısmını dengeli bir ümmet olarak nitelerken, çoğunu kötü amel işlemekle yermektedir. Netice itibariyle âyette ehli kitap iki gruba ayrılmıştır ki bunlardan bir grup iktisatlı ve dengeli, çoğu ise kötü amel işleyenlerdir.
“De ki: Ey ehli kitap, sizler Tevrat, İncil ve size indirilene uymadığınız sürece bir şey (hak) üzere değilsiniz.” (Maide, 5/68) âyeti kerimesi ehli kitabın Tevrat, İncil ve Kur'ân ile amel etmelerinin caiz olduğuna delalet etmektedir. Zira âyette yer alan “size indirilenden” maksat Kur'ân’dır.
“Sizden her biri için bir şeriat ve bir yol kılmışız. Şayet Allah dileseydi sizi bir ümmet kılacaktı, ancak size verdiği konusunda sizi denesin diye (sizleri ayrı ümmetler kılmıştır)…” (Maide, 5/48) Açık olmamakla birlikte bu âyet ehli kitabın kendi şeriatlarıyla amel etmelerinin caiz olduğuna delalet etmektedir.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, müfessirler ehli kitabın lehine olup onları öven âyetleri tevil ederek bu tür âyetlerin ehli kitaptan Müslüman olanlarla ilgili olduğunu söylerler. Ancak bu tevil âyetlerin zahirinden anlaşılan manalara terstir, ayrıca gerek ehli kitap olsun gerek Mecusi ve putperestler olsun bir insan Müslüman olduktan sonra artık o kimse Müslümandır, yukarda zikrettiğimiz âyetler ise ehli kitap vasfıyla ehli kitaptan bahsetmektedir.
Netice itibariyle ehli kitaptan Hz. Peygamber ve İslâm dininden haberdar olup Resûlullah (s.a.v.)’ın peygamberliğini ve İslâm’ın hak bir din olduğunu kabul etmeyenler müşriktir, cehennemliktir, cennete giremezler. Ancak ehli kitaptan Hz. Peygamber ve Kur'ân’ın hak olduğunu kabul edip kendi dininin emirlerine göre yaşayanların cennete girme ihtimali vardır. Açık olmamakla birlikte yukarda zikrettiğimiz âyetlerden böyle bir mana anlaşılır.
Her hangi bir peygamberin daveti kendisine ulaşmayan kimselere ehli fetret denir. Klasik kaynaklarda daha çok iki peygamber arasında yaşayıp her hangi bir peygamberin daveti kendisine ulaşmayan kimseler olarak tanımlanır, ancak ehli fetreti bununla sınırlandırmak isabetli değildir. Resûlullah (s.a.v.)’tan sonra dünyaya gelip İslâm daveti kendisine ulaşmayanlar da ehli fetret kapsamındadır. Örneğin günümüzde Çin’de veya Japonya’da veya benzeri bir ülkede yaşayıp Resûlullah (s.a.v.) ve Kur'ân’dan haberdar olmayan, İslâm daveti kendilerine ulaşmayan kimseler de ehli fetrettir. İbn Kesir, buluğ çağına ermeden vefat eden çocuklar, mecnunlar, anadan doğma sağırlar, akli dengesi yerinde olmayan kimseler ile yaşlılıktan bunamış halde iken İslâm kendisine ulaşan kimseleri de ehli fetret ile eşit tutmaktadır. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, V, s. 53)
Bunların cennete girmesiyle ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. “Biz elçi göndermeden azap edecek değiliz.” (İsrâ, 16/15.) âyetine göre her hangi bir peygamberin daveti kendisine ulaşmayan ve din konusunda bilgi alma imkânı bulunmayan insanlar mükellef değildir. Buna göre örneğin Çin’in bir köyünde yaşayıp İslâm’dan haberdar olmayan bir insan sorumlu değildir.
Deliler, akli dengesi yerinde olmayanlar ve sağırlar ise “Allah bir nefsi ancak yapabildiğinden sorumlu tutar…” (Bakara, 2/286) âyetine göre sorumlu değiller, fakat bunlarla ilgili farklı hadisler vardır. Bir hadise göre bu tür insanlar mahşer günü Cenâb-ı Allah tarafından imtihana tabi tutulacak, imtihanı kazanan cennete girecek, imtihanı kaybeden cehenneme girecektir. Hz. Enes’in rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü dört kısım insan yani ergenlik çağına ermeden vefat eden çocuklar, akli dengesi yerinde olmayanlar, fetret döneminde ölenler ve İslâm kendisine ulaşınca bunak halde olan kimseler getirilecek. Bunların hepsi kendi delilini yani mazeretini beyan edecektir. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, onları imtihan etmek için ateşten bir boyna ortaya çık, diyecek, onlara da şöyle diyecektir: Ben dünyada kullarıma kendilerinden elçiler gönderiyordum, şimdi ise ben size elçiyim, şu ateşin içine girin. Resûlullah (s.a.v.) devamla şöyle dedi: Üzerine şekavet yazılanlar şöyle diyeceklerdir: Ey Rabbim, nasıl bu ateşe gireceğiz, oysa biz bu ateşten kaçtık. Kimin üzerine saadet yazılmış ise hızlıca koşup o ateşin içine girecektir. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah (ateşe girmeyenlere) şöyle der: Siz elçilerime daha şiddetli bir şekilde asi olacak ve daha şiddetli bir şekilde onları yalanlayacaktınız. O ateşin içine girenler (Allah’a itaat ettiğinden dolayı) cennete girecek, girmeyenler cehenneme gireceklerdir. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, V, s. 54)
Diğer bir rivayete göre Cenâb-ı Allah bunlara şöyle diyecektir: Şayet sizi imtihan etsem bana itaat eder misiniz? Onlar evet derler. Bunun üzerine Allah onlara işte şu ateşe girin diyecektir. Ateşe girenler cennete, girmeyenler cehenneme girecektir.
Bu anlamda başka hadisler de vardır. Bu hadislerin bir kısmı zayıf, bir kısmı da hasen veya sahihtir. Bazı âlimler ahiret imtihan yeri değildir, deyip bu hadisleri kabul etmiyorlar, ancak İbn Kesir bu hadisleri ve muhtevasını kabul etmektedir. Ona göre Cenâb-ı Allah’ın ahirette kullarını imtihan etmesi caizdir. İmam Ebû’l-Hasan el-Eşarî de ahirette Cenâb-ı Allah’ın çocukları imtihan edeceğini ve ehlisünnetin böyle düşündüğünü söyler. İbn Kesir ayrıca Cenâb-ı Allah’ın insanların sırat köprüsünden geçmelerini de imtihan saymaktadır. Keza kıyamet günü Cenâb-ı Allah, insanların secde yapmalarını emredecek, müminler secdeye kapanacak ancak kâfirler dünyada secde yapmadıklarından dolayı ahirette secde yapma kudretleri olmayacaktır. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, V, s. 58) Âyette “onlar secdeye çağrılacak ancak secde yapamayacaklar.” (Kalem, 68/42) buyrulmaktadır.
2. Farzları yapmak. Bilindiği üzere İslâm’ın beş şartı vardır. Bir insanın cennete girmesi için bu şartları yapması gerekir. Dinin şartlarından birini veya birden fazlasını tam olarak ifa etmeyen bir insan azaba müstahak olur. Cenâb-ı Allah’ın affetmesi farklı bir konudur. Allah, mümin olmak kaydıyla dilediği kulunu bağışlayabilir, ancak hem âyetlerde hem de hadislerde dinin emirleri olan namaz, zekât, oruç ve hac ibadetini yerine getirmeyen insanın azap olacağı beyan edilmektedir. Bu husus bilinen bir konu olduğundan konuyla ilgili bir hadisi zikretmekle iktifa edeceğiz.
Hz. Enes anlatıyor: Bir bedevî geldi, Resûlullah (s.a.v.)’ın önünde oturdu, sonra şöyle dedi: Ey Muhammed, senin elçin bize geldi ve senin Allah’ın Resulü olduğunu iddia ettiğini söyledi. Resûlullah (s.a.v.) doğru söyledi, dedi. Adam şöyle dedi: Semayı yükselten, yeri seren ve dağları diken Allah aşkına bu doğru mu? Resûlullah (s.a.v.) Evet, dedi. Bedevî şöyle dedi: Senin elçin senin üzerimizde günde beş vakit namazın farz olduğunu söylediğini söyledi. Resûlullah (s.a.v.) doğru söyledi dedi. Bedevi şöyle dedi: Seni gönderenin aşkına Allah mı bunu sana emretti? Resûlullah (s.a.v.) Evet, dedi. Bedevî şöyle dedi: Senin elçin, senin bize yılda bir ay oruç farz olduğunu söylediğini söyledi. Resûlullah (s.a.v.) doğru söyledi dedi. Bedevi şöyle dedi: Seni gönderenin aşkına Allah mı bunu sana emretti? Resûlullah (s.a.v.) Evet, dedi. Bedevi şöyle dedi: Senin elçin, senin mallarımızda zekât farz olduğunu söylediğini söyledi. Resûlullah (s.a.v.) doğru söyledi dedi. Bedevî şöyle dedi: Seni gönderenin aşkına Allah mı bunu sana emretti? Resûlullah (s.a.v.) Evet, dedi. Bedevi şöyle dedi: Senin elçin, senin bizden gücü olanın hac yapmasının gerekli olduğunu söylediğini söyledi. Resûlullah (s.a.v.) doğru söyledi dedi. Bedevi şöyle dedi: Seni gönderenin aşkına Allah mı bunu sana emretti? Resûlullah (s.a.v.) Evet, dedi. Bedevi, “Seni hak ile gönderene yemin ederim ki bunlardan bir şey eksik yapmam bunlardan fazla bir şey de yapmam, dedi, sonra kalktı. Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: Şayet bedevi doğru söylerse cennete girer. (Tirmizî, Zekât,)
3. Kebair denen günahlardan sakınmak. Günahlar, Cenâb-ı Allah’a şirk koşmak, büyük ve küçük günahlar olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. Şirk kişi Müslüman olmadığı sürece affedilmez, büyük günahlar tövbe ile küçük günahlar hem tövbe hem de istiğfar ile bağışlanabilir. Cennete girmenin şartlarından biri de büyük günahlardan sakınmaktır. “Şayet men edildiğiniz kebâirden sakınırsanız (diğer) günahlarınızı bağışlar ve sizi güzel bir yere (cennete) koyacağız” (Nisa, 4/31) âyetinden büyük günahların cennete girmeye mani olacağı ve cennete girmenin şartlarından biri de kebâirden sakınmak olduğu anlaşılmaktadır. Bu âyete paralel hadisler de bulunmaktadır. Şu var ki hadislerde bazı ibadetleri yapmanın gereğine de dikkat çekilmektedir.
Hz. Ebû Hureyre ile Hz. Ebû Said’in rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Beş vakit namazları kılan, Ramazan orucunu tutan, zekâtını veren ve yedi büyük günahtan sakının bir kul yoktur ki onun için cennetin kapıları açılmasın, sonra da kendisine selametle cennete gir, denilecektir.” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, II, s. 271.), Hz. Ebû Eyyub’un rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim şirk koşmadan Allah’a ibadet eder, namazını kılar, zekâtını verir, Ramazan orucunu tutar ve kebâirden sakınırsa onun için cennet vardır veya cennete girer.” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, II, s. 274)
Hangi günahların kebâir olduğu konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır. Kendisinden gelen bir rivayete göre Hz. İbn Abbas şöyle demiştir: “Allah’ın ateş, gazap, lanet veya azap ile bitirdiği her türlü günah kebairdir.” Ondan gelen diğer bir rivayete göre Cenâb-ı Allah’ın üzerine ateş vat ettiği her türlü günah kebairdir. Said b. Cübeyr ile Hasan-ı Basri de bu ikinci manayı benimsemektedirler. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, II, s. 283.)
Bazı âlimlere göre kebâir haddi gerektiren günahlardır. Diğer bazılarına göre kebâir hakkında Kur'ân veya sünnetten şiddetli vait olan her türlü günahtır. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, II, s. 285.)
Kebâir ile ilgili birçok hadis bulunmaktadır. Bazı hadislerde kebâir sayılırken, diğer bazı hadislerde şu da kebairdir veya kim böyle yaparsa bir kebâir işlemiştir diye buyrulmaktadır. Bir hadiste kebairin yedi tane, başka bir hadiste dokuz tane olduğu ifade edilmiş ise de kebairin kaç tane olduğu tam olarak bilinmiyor. Zira farklı hadislerde birçok günahın kebâir olduğu ifade edilmiştir. Bu bağlamda hadislerde Allah’a şirk koşmak, haksız yere adam öldürmek, faiz yemek, büyü yapmak, yetim malı yemek, namuslu ve iffetli bir kadına zina iftirası atmak, savaştan kaçmak, Kâbe’nin hürmetini ihlal etmek, yalan yere şahitlik etmek, zina yapmak, Müslüman bir kimsenin şeref ve haysiyetine dil uzatmak, içki içmek, anne ve babaya itaatsizlik etmek, ana veya babaya sövmek veya onların sövülmesine sebep olmak, bir sövmeye karşılık iki kelime ile sövmek ve benzeri daha birçok günahın kebâir olduğu ifade edilmiştir. (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'ân’il-Azim, II, s. 272 vd...)
Selam ve dua ile...